Üç Saniye  

Posted by Seyir Defteri


Üç saniye nedir?Uzun bir süre mi?Kısa mı?Kaç hayat sığar üç saniyeye?Kaçı mahvolur?Kaç ömür kurtarılabilir peki?Kaç kişinin yaşamı değişmiştir üç saniye içinde?Kaç kişi yeniden başlamıştır hayata?Üç saniye beklemeye değmeyecek kadar kısa mıdır,yoksa fazlasıyla uzun bir süre mi?Kaç saniye geçti şimdi?Kaç kişi yaşamıyor artık,ya da kaç yeni bedenle tanıştı insanlık?
Spermin yumurtaya girdiği süredir üç saniye.Eroinin kana karıştığı süredir.Üç saniye farkla ölümcül bir kazaya sebebiyet verebilirsin.Bir bina tepene yıkılabilir bu süre içinde.Hayatını değiştirecek birileriyle tanışabilirsin belki.Üç saniye boyunca öpüşebilirsin bir kadınla.Ya da yaşarsın sadece.Üç adım atabilirsin.Tek bir kelime kurabilirsin ya da gözünü kırpabilirsin üç kere
Einstein'in izafiyet teorisi vardır zaman üzerine.Zaman aldanmacadır der.Haklı.Belki de en çok bunu söylerken haklı.Yoktur zaman diye bir şey.Üç saniye ya da üç yıl...Yoktur farkları.Her şey senin nasıl bir yaşam sürdüğüne bağlı.Otuz yıllık bir ömür üç saniyeye sığabilir aslında.İntiharlar da bu yüzden belki de.Fazla uzun sürdüğü için hayatlar.
Yaşamım boyunca bekledim,hayatımı değiştirecek üç saniyeyi.İyi ya da kötü,değiştirmek istedim sadece.O üç saniye için yaşadım hep.Şimdiyse hayatımın en uzun anlarını yaşıyorum.Ve biliyorum ki kimse inandıramaz beni bu üç saniyenin otuz yıldan daha kısa olduğuna.

1.Saniye
Benim adım Duman.Az önce verdim bu adı kendime.Henüz sönmeyen sigaramın dumanından esinlendim.Gün ağrıyor.Başım ağrıyor.Günlerdir oturuyorum bu koltukta.Aylardır ya da.Hatırlamıyorum. Neden burada olduğumu bilmiyorum.Bir şeyler söylemek istiyorum.Çıkmıyor kelimeler dudaklarımdan.Sokağa çıkma yasağı var ağzımda.Dudaklarım tekrar içeri atıyor her birini.Zihnim bomboş.Bir şeyler hatırlamak istiyorum,olmuyor.
Sağ avucumun içinde parlak gri renkte,38 kalibrelik,bir çok kişinin ölümüne sebep olduğunu bildiğim,Smith and Wesson adında,kısa namlulu bir altıpatlar var.Niye elimde olduğunu bilmiyorum.Tabanca topundaki tek bir sarı mermi göz kırpıyor bana içerden.Smith ve Wesson denen bu iki adamı fazlasıyla zengin etmiştir diyorum bu silah.Kullanım amacı dışına çıkan tek silahdır bu.Ruslarla ve rület adlı kumar oyunuyla anılır.Ölüm bahisli kumarlarda kullanılır.İhtimallerin silahıdır.Olasılıkların silahıdır.İçindeki tek mermi altıda bir ihtimalle ölüm verir insana.İkinci mermiyle arttırırsın ihtimali.Altı mermiyle şansın yüzde yüzdür.
Hayat ihtimallerden ibaret diyorum kendime.Ölüm olasılığın ta kendisi.Eğer evinde yalnızsan ölme şansın çok düşüktür.Bir elektrik prizine fiş takıyorken yükselir ihtimal.Bir başkasıyla birlikteyken artar şansın.Sevişirken her an durabilir kalbin.Sokağa çıktığında daha çok yaklaşırsın ölüme.Kalabalık caddelerde ölümü kokluyorsundur.Eğer bir savaşa katılmışsan,azrail ensende mesai saati bitimine kadar seni aradan çıkarmayı bekliyordur.Ve eğer benim yaşadığım gibi bir hayat sürmüşsen bu yaşa kadar nefes alabilmiş olman,minarellerinin hala toprağa karışmamış olması bir mucizedir.
Evet diyorum, hayat olasılıklarla yaşanır ama hiç bir an bu kadar açık durmaz karşında ihtimaller, eğer bu silahla oynamıyorsan.Bu silahın topuzundaki altı boşluktan birinde duran merminin isabet ettiği eti çürükçül canlılara akşam yemeği yapma ihtimali altıda birdir.
Hatırlıyorum sonra,bu ölüm makinesini niye elimde tuttuğumu.Basıyorum tetiğe.

2.Saniye
İşaret parmağım tarafından geriye doğru itilen tetik,sağ baş parmağımın altında bulunan gri horoza baskı uyguluyor.Ve silahın horozu  bu baskıyla yukarı doğru kalkıyor.Horozun silahın ateş edilmeyen her anda etki uyguladığı altı delikli silindir serbest kalıyor ve altmış derecelik bir dönüşle altıda bir ihtimalle dolu olan mermi yuvasını iğne ve horozla aynı hizaya getiriyor.Falya barutu falya haznesine dökülüyor.
Annem geliyor aklıma.Napıyordur acaba şimdi diyorum.Şimdi,şu anda.Ağlıyor mudur yoksa?Babamla mı tartışıyordur her zamanki gibi?Düşünüyor mudur beni?Ya da kahkaha atıyordur belki bana hiç komik gelmeyecek bir neden için.Hep böyle olmuştu diyorum.Hiç bir zaman komik bulamadım hayatı.Biraz gülseydim eğer herşey farklı olabilirdi belki.Yüzü geliyor aklıma.Hayatıma giren diğer tüm insanların önünde beliriyor yüzü.Onun da üç saniyesi uzun mudur benimki kadar diyorum.Ya da sadece üç kısa saniye midir?Dakikanın yirmide biri midir sadece?
Tam karşımda duran ahşap renkli,gemici motifli saate takılıyor gözlerim.Akrep üçün üzerinde yelkovanı beceriyor.Saat üçü çeyrek geçiyor.Uyuyordur kesin diyorum,eğer hayattaysa.Kalmaz bu saate, erken yatar.Belki çığlık çığlığa uyanır uykusundan az sonra.Hatırlıyor mudur beni?Pişman mıdır ben henüz iki aylık bir ceninken beni aldırmadığına?Hayır diyorum sonra,tüm dünya utanç duyuyordur varlığımdan ama o benden mutluluk duyan tek kişidir.Tanrı bile pişmandır beni yarattığına ama o pişman değildir benden diyorum.Belki de gurur duyuyordur benimle.Yaşıyor mudur hala?Hatırlıyor mudur beni?Ama ben hatırlıyorum.Anneme yaşattığım acıları hatırlıyorum.Ruhuna bir otuz yıl kadar,bir ben kadar daha ömür kattığımı hatırlıyorum.Düşmanlarıma yaşattıklarımı hatırlıyorum.Öldürdüğüm insanları hatırlıyorum. Mahvettiğim hayatları hatırlıyorum.Seviştiğim kadınları hatırlıyorum.Kendime çektirdiğim acıları hatırlıyorum.İçtiğim her bir içki şişesini,kustuğum her damla nefreti hatırlıyorum.Hatırlıyorum.Her şeyi.
Hiç kimse suçlu değil diyorum sonra.Kimse bilemezdi benden böyle bir canavar çıkacağını.Kim, nerden bilebilirdi ki şeytanın benim bedenimde şube açacağını.Ben de bilemezdim.Ben sadece hatalı üretilen,iadesi gereken bir makineyim diyorum.Devrelerim yandığı için kendimi mutsuzluğa ve acı çektirmeye planladım.Acilen kapatılmam gerek o kadar.Bir tane daha gelmedi benden,gelmeyecek de.
Küçükken öğrendiğim dualar geliyor aklıma.Uzun zamandır düşünmemiştim hiç birini.Okuyabilseydim eğer birini,hatırladığım kadarıyla,ama uzundu hepsi üç saniyeden.
Barut falya haznesinde toplanıyor.Tetiğin bir saniye içinde gösterdiği geri tepmeyle birlikte tüm mekanizma geriye doğru işliyor bu kez.Horoz tekrar yapışıyor silindire.Daha sonra falya haznesindeki barutu ve eğer varsa mermi yuvasındaki mermiyi ateşliyor.Saatten bir tık sesi geliyor.Dakikanın altmışda birine denk sesi duyuyorum.Bir saniye daha geçiyor.

3.Saniye
Soğuk bir çelik hissi hissediyorum şakağımda.Tanıyorum bu soğukluğu diyorum.Üzerinde sabahladığım bankların soğuğu bu.Her sabah aynaya baktığımda yüzümde gördüğüm soğukluk.Öldürdüğüm her insanın teninde görmüştüm ben bu soğuğu.Sonra bir sıcaklık kaplıyor aynı yeri.Bu sıcaklığı da hatırlıyorum diyorum.Belki de en iyi tanıdığım şey dünyada.Kendi kanımdan daha yakın bir dost yok benim için.Dostumun sıcaklığı bu.Öptüğüm kadınların dudaklarındaki sıcaklık.Ateşe verdiğim evimin sıcaklığı.Tanıyorum diyorum hepsini.Ölüm yabancı değil bana.
Her şey gerçekliliğini yitiriyor.Nesneler,duygular,düşünceler...Hepsi o kadar uzak geliyor ki artık.Hissedemiyorum hiçbirini.Kayboluyor sıcaklık,soğukluk uzaklaşıyor.Açık pencereden rüzgar giriyor odaya.Görmüyorum,hissedemiyorum ama tahmin ediyorum.Ellerim üşüyor.Titriyor boşalan zihnim,aç bir çocuk gibi.Sulanacak birazdan gözlerim.Biliyorum,görmüştüm bana ait bir kaç maktülün gözlerinde yaşları.Kendiminkileri bekliyorum.İhtiyacım var buna diyorum,ağlamalıyım.Hiçlik kovuyor bedenimden tüm duyularımı,ben geldim diyor,kaçın.Tek gerçek benim diyorum.Sonsuzluğa gidiyorum,orada ben varım.Kainatın tek gerçeği olarak,ulaşacağım sonsuza.Üç saniye,altıda bir ihtimal,zaman... Hepsi yalan diyorum.Her şey sahte.Hiç bir şey yok.Tek gerçek biziz.Ben ve ölüm.
Hala duman çıkıyor sigaramdan.Saatten gelecek son bir tık sesini bekliyorum.Her şeyin bittiğinin habercisi olacak tek bir tık sesini.Gelmiyor o ses.Açıyorum gözlerimi,saate bakıyorum.Donuyor akrep,yelkovan,saniyeler,donuyor her şey.Duruyor zaman,akmıyor.Bitmiyor üç saniye.Kapatıyorum gözlerimi.

Korku Çağı  

Posted by Seyir Defteri





''Tüm çağların en iyisiydi bu,aynı zamanda en kötüsü de...Bilgeliğin çağıydı,aptallığın da...İnancın dönemiydi ve inançsızlığın da...Mevsim hem karanlığın,hem aydınlığın mevsimiydi...Umudun baharını,umutsuzluğun kışını yaşıyorduk.Her şey geleceğindi,gelecek ise hiçlikti.Hepimiz Cennet'e gidiyorduk ya da tam tersine Cehennem'e...Gün bugüne o denli benziyordu ki...''

Birinden inip bir diğerine atlıyorduk tüm uydurma çağların,her şey gerçeklikten olabildiğince uzaktaydı.Her yüzyılda bambaşka isimde bir çağa girecek kadar bir başka çağı tepeden tırnağa yaşadığını sanıyordu Ademoğlu..Akıl çağını,matematik çağını ve teknoloji çağlarını geride bırakmıştık.Her çağın adına bilimin bir başka adını koyuyorduk.Her çağda doğadan daha fazla kaçıyorduk.Oysa ki yaşanmış her yüzyılda aynıydık.Değişen bir şey yoktu.Düşünceler,duygular ve tepkiler aynıydı.Ama kaçıyorduk bu gerçekten.Doğallık korkutuyordu bizi.Çağlar boyunca uzaklaşıyorduk doğamızdan. Modernleşme önüne geçilmesi mümkün olmayan bir son oluyordu hepimiz için.İlkellik zihinlerimizde sadece güzel bir anı olarak kalmaya başlayacak.Özleyeceğiz onu.Oysa ki özümüze dönmenin tek yoluydu ilkellik.Şimdiyse şifresini bilmediğimiz bir kasaya kilitliyoruz onu. İlkelliğimizden geriye kalan tek şey Ademoğlu'nun kendisi,değişmez tutkuları ve hırsları olacak.Güç ve iktidar istemi devam edecek.İhanetler,para hırsı,intikam ve Adem'in iki geçimsiz oğlundan bu yana süregelen cinayetler etkisini koruyacak.Kaybolmayacaklar hiç bir zaman.Sadece dönemin şartlarına uyum sağlayacaklar.Elmas tüccarları,uyuşturucu pazarlayanlar ya da köle ticareti yok olmadı hiç bir zaman,yok olmayacak da.Hepsi şekil değiştirecek,her çağda ayrı bir maske takacaklar.Yaşadığı döneme uyum sağlayan efendilere ve kölelere sahip olacağız ve zamana uyum sağlayan yönetim şekillerine...Sistemin ya da Tanrı'nın yönetim şekli...Ve bizler; bilgeliğin ve aptallığın çağını yaşadığımız bu yüzyılda korkuyla yönetilmiş bir nesil olacağız.Korku çağını yaşayacağız.Korkuyla doğup,korkuyla yaşamış ve korkuyla ölmüş olacağız.

Korkuyla yönetilen bir çağda yaşıyoruz.İnsanı korku yönetiyor.Doğumumuzda kıçımıza vurarak,öldüğümüzde aynı kıça pamuk tıkayarak korkutuyorlar bizi.Bütün dertleri anlaşılmaz bir şekilde kıçımızla.Sobaya elimizi sürersek yanacağından korkmakla başlıyoruz,yaramazlık yaptığımızda öbür odadan yetişecek olan kendini çocukların uslu durmasına adamış hayaletlerle devam ediyor korkumuz.Tanrı'nın bizleri,sevmediği putlardan birisi haline dönüştürmesinden korkuyoruz sonra.Din adamları ibadethanelerde korku yayıyor.''Zina yapmak,içki içmek Cehennem'e götürür''.Devlet korkuyu aşılıyor halkına.İdamlar ve hapishanelerle korkutuyor insanları.Hapishaneler suçun cezası için değil,rejimin intikamı ve bir sonraki suçluya korku salmak için vardır.Televizyonlarda ve gazetelerde tüm haberler bir şeylerden korkmamız için var.Okul müdürleri, alıyor korkutma görevini gençlik yılarında,disiplin cezaları,ders notları giriyor devreye.Üniversite yıllarında iyi bir fakülte eğitimi almazsak sefalet içinde bir yaşam süreceğimizden korkuyoruz.Hayallerimize koşarsak, aç kalacağımız korkusu dizginliyor bizleri...Hayatın bu döneminde para kullanılıyor korkutmak için.İş hayatında hak aramanın işten kovulmaya sebebiyet vereceği korkusunu yaşıyoruz sonra.Korkuyla yaşıyoruz.Parayla,cezayla,sevgiyle,sevgisizlikle, yalnızlıkla korkutuluyoruz.Korkudan kaçmak imkansız.Yazılı kurallardan çok korku kuralları önemli oluyor insanın yönetimi için.Oysa ki en başında sobaya elimizi sürüp yancağını kendimiz öğrenebilseydik eğer her şey bambaşka olabilirdi.

Sabah kahvaltımızda korku yiyoruz,yatağımıza girdiğimizde aklımızda korku var.Sokağa çıktığımızda korku kaplıyor vücudumuzu.Sebze yemezsen hasta olursun,sevişirsen AIDS olursun,alkollü araba kullanırsan ölürsün.Sigara içersen akciğerlerin paslanır.Hakkını ararsan kovulursun.Düşünürsen yalnızlaşırsın.Karşı gelirsen ezilirsin.Mücadele edersen ölürsün.Terkedersen birilerini üzersin.Korkmazsan dışlanırsın.

Ve işe yarıyor.Neyden,niçin kaçtığını bilmeyen korkak nesiller türüyor Dünya'da.Yönetilmesi kolay insanlar kaplıyor sokakları.Yapacağı yanlışın sonucundan habersiz yetişiyor İnsanlık.Doğruları,yanlışları ve ahlak anlayışları,başkalarının anlattıklarıyla oluşuyor.Ve özgür iradeden uzak yaşıyor İnsanlar.Korkusundan,zincirlerinden habersiz kendilerini özgür sanan İnsanlar... Bulundukları durumdan oldukça memnun İnsanlar...Kuralsız yönetilen,birbirlerine fazlasıyla benzeyen,farklı olmaktan,farklı yaşamaktan kaçan İnsanlar,korkuyla sakatlanmış İnsanlar,birbirlerinden korkan İnsanlar,kendilerinden korkan İnsanlar...

Benim Adım....  

Posted by Seyir Defteri



Nerede,ne zaman ve nasıl doğduğumu bilmiyorum.Kimlerin anlık zevkinin istenmeyen ürünü olduğumu bilmiyorum. Bebekliğime ait bir fotoğrafım yok.Bana çocukluk anılarımı anlatacak kimseyi tanımadım.Belki de ben doğarken kayboldum ya da doğmadan önce öldüm.Bilmiyorum.
Benim adım Cenin.

Hafızamda geçmişime dair hiç bir anı yok.Okula ilk gittiğim günü,ilkokul öğretmenimi,öpüştüğüm ilk kızı ya da çocukluğumun geçtiği evi hatırlamıyorum.Gerçek adımı hatırlamıyorum.Kimliğimi çok eski yıllarda küçük bir çocuğa bıraktım.Hiç bir resmi kurumda ismimin geçtiği bir kayıt yok.
Benim adım Yaşar.

Çok düşündüm.Çok içtim.Az uyudum ve az yaşadım.Görebileceğim her şeyi gördüm,çok şey kazandım ve çok şey kaybettim.Yaşanacak her şey bittiğinde sıradaki hayatı bekledim.Ne gelen var ne de giden.Ben de kendi hayal evimde kurdum kendi hayatımı.Orada yaşadım.Orada yaşadım ve karıştırdım gerçekle hayali.İkisinden de vazgeçtim sonra.Kendimi yargıladım ve infaz ettim kendimi.
Benim adım Joseph K.

Hayatım boyunca her amacımı erteledim.Ertelediğim şeylerden vazgeçtim ve bir şeyleri ertelemeyi bıraktım daha sonra.Uyanmamak için uyumayı,uyumamak için yaşamayı erteledim.Bir şeyleri yakalamak için koşuşturmadım hiç bir zaman.Merhamet veya mucize de beklemedim.Vazgeçtim sadece.Ertelemekten vazgeçtim,yaşamaktan vazgeçtim,kendimden vazgeçtim.
Benim adım Kaygusuz Abdal.

Sevdiğim bir çok insanı kaybettim.Kader çevremdeki insanlardan özellikle en sevdiklerimi cımbızla seçip aldı elimden. Üzüldüm bir süre ve daha sonra başka insanları sevdim.İlk kaybettiklerime benzer insanları...Kimisinin gözleri,kimisinin gülüşü,kimisinin saçı,kimisinin adı,kimisinin ruhu...Her birinde kaybettiğim insanlardan bir şeyler buldum.Bulduklarımı kaybettikçe,insanlar da kayboldu ve vazgeçtim insanlardan.
Benim adım Freud.

Dünyayı bir oyuncağa çevirdim.Geçmişe tükürüp geleceği ezdim postallarımla.Ayak basmadığım yer kalmadı. Duvarlara,bedenime resimler çizdim.Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım.Ruhuma dokunmayan ruhlardan sabun yaptım.Şimdiyse ağlıyorum.Hepimiz için.Çünkü işe yaramadı.
Benim adım Hitler.

Defalarca öldüm,defalarca tekrar doğdum.Yıktığım krallıkların üzerine yenilerini kurdum.Kutsal tapınaklarımı yerle bir edip her defasında başkalarını yücelttim.Her doğuşumda daha fazla değiştim.Her defasında daha fazla korktum kendimden,sevdim, utandım,merhamet ettim.Ve her defasında sırtımdan bıçakladım kendimi.Sende mi dedim kendime,öyleyse düş bugün.
Benim adım Sezar,Benim adım Brütüs.

Ölümsüz hissettim kendimi.Geceleri hançerimle dolaştım caddelerde,bir kaç kişiyi öldürüp bir kaç kişiye tecavüz ettim.Üç gram kokain karşılığında kendime işkence ettirdim.Bayıldım sonra.Bebekliğimi gördüm rüyamda.Sabah uyandığımda bir gözüm ve aklım yoktu.Okyanus yıkadı beni.Kendi isteğimle akıl hastanesine girdim.Çıktım,hapse girdim.Çıktım,tekrar girdim.Umursamadım zamanı,mekanı.Yazdım,sadece yazdım.
Benim adım Marques De Sade.

Saklandım bir mağaraya,yalnızlığa saklandım ve unuttum susmayı.Yürüdüm sonra.Ayak kaslarım eriyinceye kadar yürüdüm ve bir okyanus buldum.Bomboş,kupkuru bir okyanus...Gözyaşlarımla doldurdum okyanusu ve içimdeki Tanrı'yı boğdum o okyanusta.Öldürdüm Tanrıyı.Pişman oldum sonra.Çünkü inanamadım hiç bir şeye,sığınamadım,yalvaramadım.Yalnızlığıma kaçtım.Cehennemi bekledim.
Benim adım Zerdüşt.

Çok insan tanıdım.Gelip geçti hepsi.Çoğunu yolda görsem tanımam artık.Kimisiniyse çoktan gömdüm toprağa.Onları da unuttum sonra.Doğanın kanunu gereği...Anladım toprağın önemini.Unutmak için gömüyoruz toprağa.Yoksa korkutuyor cesedi.Çürütüyor oksijen gözlerinin önünde artık nefes almayan dostunu,sevgilini.Toprak unutmamız için var.Giden her hangi bir şeyin göz önünde bulunmamasını sağlıyor.Anladım toprağı ve toprağa yaklaştım.Toprakla konuştum.Ben anlattım o dinledi,ben anlattım o dinledi...Bir gün o anlattı,ben sustum.Ve hala susuyorum.Susadıkça daha çok içiyorum topraktan.O bana karışıyor,ben ona...Toprak ben kokuyor.Ben toprak oluyorum,toprağa dönüyorum.
Benim adım Aşık Veysel.


Benim adım yok.Çünkü ben yokum.Hiç bir zaman olmadım.Bütün bildiklerimi kusarak boşlukta yer almaya çalışıyorum.Sizin içinizde veya aranızda değilim.Hiç bir zaman olamazdım.Linç edilirdim bütün dünya tarafından,en altta benim cesedim,üstümde insanlık olurdu.Çok sevdiğim toprak bile kusacaktı belki beni.Ben doğsaydım güneş batıdan doğacaktı.Ben doğsaydım gündüzle gecenin yeri değişecekti.Ben doğsaydım eğer cehennem Dünya'ya taşınacaktı.Ben doğmadım,yumurtaya giden sperm yarışında yer almadım ben.Doğmadım ben,bir düşünce bir duygu olarak var oldum.Bir fikir kadar ağırdım en fazla,iki sinir hücresi arasındaki boşluk kadar yer kapladım en çok.Ama gördüm sadece,duydum her şeyi.Milyonlarca kişinin ölümüne sebep olacak bombanın atılma emrini veren adamı gördüm.Kızının körpe etini satan anneyi gördüm.Bebeğini aldırmak için doktora yalvaran kadını gördüm.Çocuğuna tecavüz eden babayı gördüm.Emek sömüren takım elbiseli vampiri gördüm.Araba kiralar gibi kadın kiralayan insanlar gördüm.On yaşında evlendirilen çocuklar gördüm.Sokakta yaşayan küçük adamlar gördüm.Ruhunu azad eden vücutlar gördüm...Gördüm,gördüm ve gördüm.Ölümü gördüm,intiharı gördüm,yıkılışı gördüm,yalnızlığı gördüm.Gördüm ve doğmadım ben.Yokum bu yüzden,adım da yok.Çünkü ben sizim,ben hepinizim...

Benim adım Doğum...
Benim adım Ölüm...
Benim adım Dünya...
Benim adım Güneş...
Benim adım Umut...
Benim adım Hayat...
Benim adım Yalnızlık...
Benim adım İnsanlık...
Benim adım Adem...

Bir İntihar Panoroması  

Posted by Seyir Defteri

Bir saniye...İki saniye...Üç saniye...Dört saniye...28 yaşındaydı ve dört saniye önce ölmesi gerekirdi.Tanrı'nın ve kendisinin acınası hayatına biçtiği değer 28 yıldı.Vücudunun,ruhunun,varlığının dayanabileceği süreydi 28 yıl.İnebileceği en dibe indiği süreydi 28 yıl.Sahip olduğu her şeyi kaybedebileceği,deliliğin sınırlarını zorlayabileceği ve yenilgiyi kabullenebileceği süreydi 28 yıl.Ve tamamlanmıştı o 28 yıl.Aldığı her nefes,içine çektiği her damla oksijen onun için ayırtılmış olandan fazlasıydı artık.Yaşadığı her an için doğaya daha fazla borçlanıyor ve bu borcu ödemesi gerekiyordu.Ve ödeyecekti de....

Göz kapakları hiç olmadığı kadar ağırdı şimdi.Vücuduysa yorgun zeus heykeli gibiydi,hareketsiz ve bitkin...Ve ancak bir heykel kadar canlı,bir ceset kadar tazeydi kirli vücudu ama hala bir ruh vardı o kirli vücudun içinde.Damarlarından hala kan sızabiliyor ve hala acı çekebiliyordu.Ayağa kalkması gerekti bu yüzden.Bedenini hareket ettirebilmesi de yeterliydi,bir parmağını kıpırdatabilirdi ya da.Hiç olmazsa bir şeyler söylemeliydi.Bir acı belirtisi,küfür belki,belki çığlık atabilirdi...Olmadı ama,çıkarmak istediği tüm ses sadece kendi beyninde yankılandı.Ağlamak istedi,ağlayamadı.Tek bir damla gözyaşı sızdıramadı gözlerinden.Sahip olduğu bedeni,itaat etmesi gereken ruha karşı çıkıyordu ya da aldığı emirleri yerine getirebilecek kadar güçlü değildi artık.Oysa ki o beden sadece bir kaç saniye önce yok olmayı reddetmişti.

Düşünebilme yetisini tekrar kazanmaya başlıyordu.Ama hala bulanıktı her şey.Düşünebilmek tek başına bir işe yaramıyordu.Nerede bulunduğunu anlaması gerekti.'Cehennem mi yoksa?'.Hayır cehennem olamazdı.Hala aynı acıyı hissediyordu.Bir kaç saniye önceki acı,bir kaç gün önceki acı,bir kaç yıl önceki acı...Cehennem olamazdı.Cehennemden umduğu şey daha insaflısıydı.Bu yüzden gitmek istemişti oraya.Bir süre sonra görme yetisini de kazandı ve ilk gördüğü şey biraz önce yüksek dozda uyuşturucuyla birlikte vücuduna sapladığı boş bir şırıngaydı.Biraz önce kurtuluşunu barındırdığına inandığı şırınga şimdi tamamen boştu ve hiç bir hayatı kurtaracak gibi durmuyordu.Oysa ki kurtuluşu,damarlarında kanına kardeş bir şey olarak dolaşıyordu artık.

Hayattan bekleyebileceği en son şey olan ölümü kendi elleriyle alabilecek kadar cesurdu.Zamanı geldiğinde hakettiği ölüme sahip olacağını biliyordu ve zamanı gelmişti artık.Uzun bir süredir beklediği sonu olabilecek en zevkli biçimde elde etmek istiyordu.Belki de sadece bu yüzden şanslı sayılabilirdi.Hayat ona ölümünü bekleyebilme ve daha da önemlisi ölümünü seçebilme hakkı vermişti.Acı içinde geçen yaşamına zevk içinde nokta koymak istiyordu ve hayat ona uyuşturucudan daha zevkli bir şey sunmamıştı hiç bir zaman.Kendi cinayet planını hazırladı ve uygulamaya koydu.Bir şırınga dolusu eroini sol dirseğinin hemen altındaki damara sapladı.Denize dökülen nehir gibi boşaldı şırınga.İğnenin damara saplanışını hissedebilmişti.Gerisi...Gerisi ise sadece Azrail'e kalmıştı.

Ama başaramadı.Ölümünü sağlayabilecek kadar kusursuz bir plan hazırlayamamıştı.Bilincini yitirdi bir süre ancak tekrar kazandı.Bir kaç dakika içinde bir kaç kez durdu kalbi ancak tekrar ritim buldu.Öldü bir kaç kez ancak tekrar geldi Dünya'ya.Başaramadı.Kendi hayatının cellatı olmayı başaramadı.Hem katil hem maktül olmayı başaramadı.

Vücudu üstünde egemenlik kurmayı başarabilmişti sonunda.İki elini yüzeyindeki içki şişelerinden görünmeyecek hale gelmiş olan eski halıya bıraktı.Dizlerinin üstüne çöktü sonra ve ellerinden destek alarak yavaşça ayağa kalktı.Kulağında sağır edici,nereden geldiğini bilmediği bir gürültü vardı hala.Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.Neden hala nefes alıp verebildiğini bilmesi gerekti.Ellerini yanıbaşındaki sandalyeye koyup,kollarından destek alarak bıraktı vücudunu sandalyenin üstüne.Parmaklarını saçlarının arasında bırakıp başını geriye doğru yasladı ve gözlerini kapadı.Kulaklarındaki gürültü devam ediyordu hala.Olan biteni anlamıştı.Olan biten hiçbir şeyin olmayıp hiç bir şeyin bitmemiş olmasıydı.Başaramadığını anladı.Yıllardır hayalini kurduğu ölümü de elde edememişti.Kalan son hayaline bile kavuşmasına izin vermemişti hayat.Gözlerini açtı tekrar çünkü o gözlerden akması gereken gözyaşları vardı ve dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladı.Hıçkıra hıçkıra,çığlık çığlığa...Yapabileceği en çirkin şekilde isyan etti.Acısını döktü gözyaşlarıyla,nefretini döktü,iyiliğini döktü,kötülüğünü döktü,umudunu döktü,hayal kırıklıklarını döktü...Yaşadığı her şey,hissettiği her duygu için bir damla gözyaşı akıttı.Kulağındaki gürültü ise hala devam ediyordu.

Belli belirsiz bir kelime döküldü sonra dudaklarından.'Sikeyim' dedi.Sonra daha hızlı,daha sert söyledi ve sonra daha da hızlı ve daha da sert.Art arda tekrarlamaya başladı aynı kelimeyi.'Sikeyim,sikeyim,sikeyim...'Bir kaç tekrardan sonra yaptığı eylemden etkilenecek nesneler koydu cümlelerinin içine ve nefretiyle sikti bildiği,bilmediği her şeyi.Nefretiyle sikti geçmişini.Geleceğini sikti sonra.Hayatına küfretti,ailesine küfretti,eski dostlarına küfretti,hayatına girdiği hayatlara küfretti,aşık olduğu kadına küfretti,doğmamış çocuklarına küfretti,yaşadığı şehre küfretti,yitirdiklerine,kazandıklarına küfretti,radyoda çalan şarkıya küfretti ve kendisine küfretti.Nefesi ve kelime dağarcığı bitene kadar devam etti küfretmeye.Boşalttı tüm nefretini.Kulaklarındaki gürültü devam ediyordu.

Çok küçük yaşlarda annesinin öğrettiği dualar geldi aklına ve 'istemem' diye bağırdı.'İstemem' dedi 'eksik olsun böyle adalet'.'Eksik olsun'dedi dualar.'Eksik olsun,inanmam' dedi,'böyle adalete böyle inanca',ve Tanrı'yı suçladı yaşadığı her acı için.Yıllardır yapmadığı duaların acısını Tanrı'ya sitem ederek çıkardı.'Beni niye hiç aramadın?' diyen yıllar sonra babasını görmüş bir çocuk gibi bağırdı Tanrı'ya.'İstemem' dedi 'inanmam böyle adalete,eksik olsun'dedi.'Her günümde cehennem azabı yaşamışken ben ve hala birileri bana cehennemde yanacağımdan söz ediyorsa istemem dedi'.'Eksik olsun cenneti de cehennemi de'.Tekrar başladı ağlamaya.'İstemem' dedi.'Eksik olsun' dedi.'İnanmam' dedi.İnandı oysa,istedi,arzuladı.Tanrı'ya ettiği her sitemde daha fazla arzuladı onu.Daha çok yaklaştı.İnanacak hiç bir şeyi kalmamıştı Tanrı'dan başka.Belki de yıllar sonra yaptığı ilk duaydı bu isyan.Ağladı,ağladı,ağladı.... Saatler geçti ama kulaklarındaki gürültü hala devam ediyordu.

Akıtacak gözyaşı kalmadığında başını ellerinin arasına alıp düşündü bir süre ve hayatının geri kalanında ne yapması gerektiğine karar verdi.Ademoğulları'na karşı intikam planını hazırlamıştı sonraki birkaç saat içinde.O anda anladı bir insanın neden ve nasıl kötü olabileceğini.Kurdu,tasarladı ve yazdı.Her şey hazırdı.Geriye ise sadece işin en eğlenceli kısmı kalmıştı.Oynamak.Doğaya olan borcu olan aldığı her bir nefesin karşılığını nefes alan bir canlıyı yok ederek ödeyecekti.Kulaklarındaki gürültü geçmişti artık.

Bir sigara yaktı ve balkona doğru yürüdü.Onbeş kat aşağıda delilercesine koşuşturan insanlara baktı.Bir kaç saat önce ölümden dönmüştü.Aşırı doz yüzünden.Oysa ki kendisini bu balkondan aşağıya bırakması yeterli olacaktı.Belki bir kaç saniye daha uzun sürecekti ama bitecekti.Umrunda değildi artık intihar.Ölüm düşüncesi hiç umrunda değildi.Artık bambaşka bir hedefi vardı ve yaşaması gerekiyordu.

Onbeş kat aşağıya baktı ve 'İnsanlık' dedi.'İnsanlık,seni hasta orospu çocuğu'.O gece kendi göbek bağını kesti ve yeniden doğdu.Sigarasından bir nefes daha çekti ve onbeş kat aşağıya bıraktı...

Hayat Paradoksu  

Posted by Seyir Defteri in



Düşün.Yaşadığın hayatın milyonlarca kez tekrar edilmiş ve milyonlarca kez tekrar edilecek bir kısır döngü olduğunu düşün.İçinde bulunduğun kaderin,kederin,hüznün,sevincin,yaşamın ve ölümün sonsuz kez yaşanmış ve sonsuza dek defalarca yaşanacak olduğunu düşün.Sahip olduğun,sahip olmak istediğin her şeyin bir yığın başka insana ait olmuş olduğunu,hayatta kalmana sebep olduğunu sandığın o değerli umudunun,yaşam amacının senden önce sonsuz kez arzulanmış olduğunu,peşinden koştuğun aşkı tanımadığın milyonlarca insanla paylaştığını,yaşadığın her acının,duygunun,düşüncelerinin aslında senin ruhun için var olmadığını,içinden çıkamadığın dipsiz kuyuların ademoğulları tarafından bir çok kez arşınlandığını ve hatta o en kutsal anının bile bir başkasına ait olduğunu düşün.

Şimdi ise senin için yaratılmış olduğuna emin olduğun yüzünün bile aslında sana ait olmadığını düşün.Bir başkasının vücudunda yaşadığını düşün.Onun gözleriyle dünyaya baktığını,onun gülümsemesiyle güldüğünü,onun gözyaşlarıyla ağladığını,onun elleri ve bacaklarıyla hareket ettiğini,onun yeteneklerine sahip olduğunu ve onun kusurlarını sakladığını düşün.Değer verdiğin,nefret ettiğin,övündüğün,utandığın herkesin ve her şeyin aslında senin için yaratılmamış olduğunu düşün.Düşünürken şu anda bile bir başkasının seninle aynı şeyi düşündüğünü düşün.

Sadece hayatın kendisinin değil yaşadığın her bir günün bile bir kısır döngü olduğunu düşün.Her sabah kalkıp,her zamanki takımını ve her zamanki ayakkabını giydiğini ve nefret ettiğin işine,nefret ettiğin patronunun yanına gitmek üzere çıktığını düşün,nefret ettiğin evinden.Ya da her gece sıcak yatağını ve sıcak bir kadının vücudunu bırakıp çalıştığın fabrikada gece bekçiliği yapmak üzere yola koyulduğunu düşün.Uykusuz gözlerle,canlı cansız,gördüğün her nesneye lanet okuduğunu...Veya her sabah kendi dükkanın veya işyerin için gözlerini açtığını,ya da günlerce evden çıkmadığını hatta her gün aynı yollarda,aynı arabanın içinde,aynı direksiyonu tuttuğunu düşün.Öyle ya da böyle yaşadığın dünya defalarca sergilenen bir tiyatro sahnesidir.Ve sen,olağanüstü bir mucize veya felaket yaşamadıkça,her gün aynı oyunu sahnelemeye devam edeceksin.İsteyerek veya istemeyerek...Senden onlarca nesil öncekiler sergiliyordu aynı oyunu ve senden onlarca nesil sonrakiler de yine aynı oyunu sergileyecekler.Dünyanın döngülerden ibaret olduğunu düşün,hayatının döngülerden ibaret olduğunu....Doğdun ve sana verilen rolü oynayacaksın.Biraz para kazanıp,biraz para harcayacaksın,bir kaç kalp kırıp,bir kaç kişiye kırılacaksın.Bir kaç kişiyle sevişeceksin belki.Bir kaç doz gözyaşı ve bir kaç doz mutluluk.Belki biraz düşüneceksin,çoğu zaman küçük,nadiren büyük şeyler üzerine.Ve sonra öleceksin.Ölümünü düşün,değersiz bir et parçası olarak cesedinin çürümek üzere toprağa gömüldüğünü...

Bir şeylerin kırıldığını,parçalandığını hissedeceksin.Sana bu güne kadar güç verdiğini,hayatta kalmana sebep olduğunu sandığın,varoluş amacın,evrendeki en değerli varlık olduğun hissi,zihnini dolduran,yüreğini ısıtan,damarlarında dolaşan bu duygu ruhundan sessizce ayrılacak.Kutsal bildiğin her olgu değerini yavaşça yitirecek.Dünyanın merkezinde olduğun duygusu eksikliğini hissettirmeye başlayacak.Dünya senin etrafında dönmeyecek artık.Artık sen de yeryüzündeki milyarlarca değersiz kar tanesinden birisi olduğunu anlayacaksın.Yaratılmışların en şereflisi olmadığını biliyor olacaksın artık.Değersiz varoluşunun,manasızlığı üzerine düşünülmeyecek kadar manasız olduğunu farkedeceksin.Diğer herkes gibi talihin bir kuklası olduğunu anlayacaksın.Et,kemik ve deriden oluşan zayi yapılı bir mekanizma olduğunu hissedeceksin.Anlamsızlığının üstüne yüklenen,yaşamının ağır bedelini hissedeceksin daha sonra.

Ruhunun kaldıramayacağı kadar ağır olan bu bedeli ödemek istemeyeceksin artık.İnsan soyuna ait olmanın kanıtı olan o bir kaç gülünç yeteneğin bu baskı ortamı,üstüne yüklenen onca sorumluluk,yaşadığın her bir acı,her gün doğan güneş,her gün tekrar eden hüzün,yaşam denen bu baştan üretme makinesi ve düşünebiliyor olmanın bu dayanılmaz sağır edici gürültüsü için fazlasıyla ucuz bir bedel olduğunu hissedeceksin.Hayvanlar aleminden sıyrılmanı sağlayan düşünebilen bir beyin,iki ayak üstünde durabilen bir vücut,rahatça kullanabildiğin parmakların ve omzunun üstünde yarım dönen bir boyun sana fazlasıyla ağır gelmeye başlayacak.Mağlupların küflü kokusu sinecek üstüne.Baştan kaybetmiş olduğun hileli bir oyunun içinde zaman öldürdüğünü farkedeceksin.Ve usulca vazgeçeceksin kendinden.Oynamak istemeyeceksin artık bu oyunu.Sana ait olmayan her şeyden vazgeçeceksin zamanla.Vücudundan,kaderinden, kederinden, hüznünden,gözyaşından, kahkahandan...Varoluşundan vazgeçeceksin.

Ve ölüm düşüncesi kaplayacak vücudunu.İliklerine kadar hissedeceksin ölümü.Modern yaşamın senden gizlediği ölüm fikri bir çember gibi saracak seni.Baktığın her yerde ölümü görmeye başlayacaksın.Amaçsızlığından kurtuluş için bir kapı olarak göreceksin ölümü..Hiç ayrım gözetmeden herkesin başına gelecek olan mutlak sona,güneşin altında veya arkasında yeni bir şeylerin olduğu fikrine ve hatta fani ruhların can attığı o ucuz çocuk oyuncağına,yani sonsuzluğa ihtiyaç duyduğunu düşüneceksin.Değersiz varoluşuna ölümle,sonsuzluk fikriyle değer katmak isteyeceksin.Ve hayat her geçen gün daha çekilmez bir hal alacak senin için.Aniden ya da her geçen gün daha fazla dökülüp vücuttan ayrılmak ruhun için kaçınılmaz bir son olacak.

Düşünme ya da.Hayatta kalma süren sıfıra ininceye ve kalbinin ritmi duruncaya dek düşünme.Hayat düşünmek için bile fazlasıyla manasızdır ve aslında çok fazla düşünmek hiç bir zaman mutluluk getirmemiştir insana.

Kendi Gemimi Batırdım  

Posted by Seyir Defteri in


Son bir kaç yıl içinde yapmaya çalıştığım her işi,sahip olduğum,sahip olmak istediğim herşeyi elime yüzüme bulaştırdığım bir dönem yaşadım.Bırakın tuttuğum dalın elimde kalmasını,tutunduğum her dal tarafından anal yoldan tecavüze uğradığım söylenebilir.Uzun bir süre sadist ilişkiler yaşadık umut beslediğim her dalla.Dallarla uğraşmayı bırakmam gerekecekti bir süre sonra,üstünde bulunduğum ağacı kesmem gerekecekti.Yeni bir ağaç,yeni bir sayfa,yeni bir öykü,yeni bir hayat falan filan....Yeni bir şeyler işte...Yeni bir hikayeye başlamam gerekliydi.Çok uzun zaman önce bitmesi gereken bir öykünün çok uzun zaman önce ölmesi gereken bir kahramanıydım.Ve işin kötüsü, içinde bulunduğum hikaye berbat ötesiydi.Henüz batmamış ama su almaya devam eden bir geminin içindeydim.Gemi elbet batacaktı,çırpınmaksa boşuna...Ve benim önümde ise sadece iki yol bulunuyordu.Kaderime razı olarak geminin batışını sessizce izlemek ya da çılgınca çırpınarak bu işi herkes için daha zor ve daha uzun bir hale sokmak.Bense geminin batışını hızlandırmayı tercih ettim.Eğer batacaksa olabildiğince çabuk olmalıydı bu iş.Yapmaya çalıştığım şey,Tanrı'nın işine yardımcı olmaktı.

Zamanım gelince öleceğimi biliyordum,bunun için acelem yoktu.Ama bu yolculuk yormaya başlamıştı beni.Çok uzun zamandır bol pusulu bir yolda pusulasız seyahat ediyordum.Bu duruma alışmak zor meseleydi,bir süre sonra direncini yitiriyordu insan.Can alıcı nokta da budur zaten.Hiç bir zaman asıl sorun mahvolmuş bir hayat olmamıştır,önemli olan ne kadar uzun sürdüğüdür.Suya düştüğü için değil,sudan çıkamadığı için boğulur insan.Hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler her zaman vardır,kolaydır bunu bulmak.Neyin veya kimin daha önce başımıza geldiğine bakar.Bizler mahvolmaya hep hazır bekleriz.Mahvolmuş hayatlar olağandır,bir bilge için de,bir ahmak için de... Ancak sadece o mahvolmuş hayat bizimki olduğu zaman anlarız;intiharların,ayyaşların,gece kuşlarının,akıl hastalarının; kahvaltı yapmak,dişlerini fırçalamak,tuvalet ihtiyacını gidermek kadar olağan,hayatın bir parçası olduğunu.Farkına varmayız bunun,eğer bir şeyler senin için yolundaysa dünya harikuladedir.

Su almaya başladığımı ilk kez, yaklaşık bir hafta boyunca uykusuz kaldığım dönemde farketmiştim.Yolunda gitmeyen bir şey,bir neden,uykumu kaçıracak bir sebep var olmalıydı ama ben hiç bir cevap bulamamıştım.Eğer hangi sebepten ötürü uykusuz kaldığını bilmiyorsan,uykunu kaçıracak bir çok neden var demektir.Bu durum gemimin sadece tek bir yerden hasar görmediğinin işaretiydi.Beklemeye karar vermiştim. Sorunun çözümünü zamana bırakmıştım.Oysa ki bilmem gereken şey zamanın bir ilaç değil,bir uyuşturucu olduğuydu.Zaman hiç bir yarayı iyileştirmez sadece o yarayı düşünmememiz için zihnimizi oyalar,uğraşacak başka alternetifler sunardı.Bekledim ve hasar büyümeye devam etti.
Gemideki hasarların yerlerini tespit etmeyi denedim bir süre.Sonra lüzumsuz olduğunu farkedip vazgeçtim.Eğer bir kere su almaya başlamışsan arkası mutlaka gelirdi zaten.Kimden,nasıl bir hasar aldığın gereksiz bir ayrıntıydı.Gemi batmalıydı işte,olması gereken buydu.Böyle olmasına karar verilmişti.Seçme hakkımız yoktu.Dünyanın var oluşundan daha önce alınmıştı bu karar.Bir savaşın ortaya çıkışı gibi,bir adamın ölümü gibi,bir yıldızın kayması gibi hatta bir kadının ne zaman bekaretini bozacağı gibi bu geminin batmasına da çok uzun zaman önce karar verilmişti.Taşlar çekilmiş,kurallar uygulanmış,oyun sona ermiş ve hayatımız şekillenmişti.Biz her şeyden habersizken,kaderlerimiz sıramızın geleceği güne kadar dosyalanıp,raflara yerletirilmişti.

Aslında,mutlak son yolculuğun en başında belli etmişti kendini.Hayatımı harcamak isteyeceğim bir amaca sahip olmamıştım hiç bir zaman ya da hayat harcanmak istenecek bir amaç da olamamıştım.Gemi ilerliyordu ama ona bir rota vemeyi hiç bir zaman düşünmemiştim. Yaşıyor olabilmek uzun bir süre yeterli olmuştu benim için.Daha fazlasını sorgulamak istememiştim.Verebileceğim bir sevgim vardı her zaman ama o sevgiyi hakedebilecek pek de fazla insana sahip olduğumu hissedemedim bir türlü.Çok fazla insan tanıdım hep,çok fazla tayfası oldu gemimin ancak çoğunun gemiden ayrılacağı anı sabırsızlıkla bekledim.Sorun bendeydi,insanlığa karşı korkunç bir sevgi beslerken,içlerinden biriyle bir kaç saatten fazla birlikte olmaya katlanamıyordum.İnsanlar özgürlüğümü kısıtlıyor gibiydi.

Arkasına sığınabileceğim kuvvetli bir aile bağım da bulunmadı hiç bir zaman.Ve aslında bu durumdan şikayetçi olduğumu da pek söyleyemem.Çevrendeki insanları seçebilirsin ama aileni seçme şansın yoktur.Doğarsın ve kendini bir babanın gözlerinin içine bakarken ve br annenin kucağında yatarken bulursun.Değiştiremezsiniz artık birbirinizi,birlikte yaşamak zorundasınızdır.Birbirinizi sevseniz de sevmesenizde bir alılşkanlığı sürdürmeniz gerekmektedir.Bense bu alışkanlığı sürdürmeyi pek beceremedim.Sırf spermlerinden üredi diye bir babayı sevmek zorunda mı insan? Ya da aynı anne babadan meydana geldiği için bir kardeşi?

Kabuğunun içinde saklanabileceğim kadar büyük bir inanca da sahip olamadım.Af dilenmek ya da yardım istemek için birilerine ihtiyaç duyar insan.Ve bense her ihtiyaç duyduğumda Tanrı'nın sevilmeyen çocuğu olma ihtimalimi düşündüm.Yaramazlık yapan ve cezalandırılan afacan bir çocuk....

Beynimi uyuşturacağım bir aşk masalını da sahip olmadım hiç.Aşk denen olguya inanamadım bi türlü.İzahı güç aslında,Aşk kötü bir sözcük,birilerine ihtiyaç duyar insan ama bunun adı aşk mı?,emin değilim.Bir kadınla sevişmeden onu gerçekten tanımanın mümkün olmadığı su götürmez bir gerçek.Ne kadar çok sevişirseniz birbirinizi o kadar iyi tanırsanız.Ve eğer sevişmeye devam ediyorsanız bunun adı aşk olabilir.Seksin aşk olduğunu söylemiyorum;nefret falan da olabilir.Fakat bir kez seviştikten sonra işler yolundaysa,diğer şeyler girer devreye.Sevda sözleri,ayrılıklar,romantizm,kavgalar...

Ve tüm bunlar yaşanırken gemim batmaya devam ediyordu.Engel olmaya veya daha uzun bir süre su üstünde kalmaya çalışmak değildi niyetim.Bir süre boyunca öylece izledim etrafımdaki herşeyin batışını.Sıkılmaya başladığım zaman kamarama,yalnızlığıma çekildim ve hiç bir şey düşünmeden sadece içki ve sigara içerek yaşamaya başladım.Sonsuz derecede tekdüze bir hayat....Bu arada dışarıda fırtınalar kopmaya devam ediyordu.Bense saatime takılan asık yüzlü yelkovanı izlemekten alamıyordum kendimi.Uzun süre boyunca herşey böyle devam etti.Yeraltı edebiyatına sarıldım daha sonra.İşsizi,alkoliği,hergeleyi,umarsızı okumaya başladım.kendime benzettiğim insanları,yarası yarama benzeyen insanları...Bambaşka hayatlar vardı o sayfalarda,kolay kolay rastlamayacağınız ya da rastlamak istemeyeceğiniz hayatlar...Ama bir şeyler yapmam gerek diye düşündüm daha sonra.Kendimi kaybedebileceğim bir şeyler...Sigara etkisizdi ve alkolün tüm tesiri bir kaç saat içinde kayboluyordu,yeraltı edebiyatında da okuyabileceğim iyi yazarların sayısı çok azdı ve hiç bir zaman tam olarak istenen şeyi sunmuyorlardı insana ve işin aslı ben de o iyi yazarların iyi yazılarını okuyabilecek kadar sabırlı değildim artık.İstediğim şeyi kendim vermeliydim kendime,başkalarından bir şeyler beklemek mantıksızdı.Ve yazmaya başladım.Yazdım,yazdım,yazdım...Parmaklarım nasır tutana ve beyin hücrelerim uyuşana kadar yazdım,sonra biraz daha yazdım.Sonunda işime yarar bir şey bulmuştum.Sahip olduğum herşey suyun dibne dökülürken ve dışarıda insanlar çığlık çığlığa kaderlerine lanetler yağdırırken ben yazmaya devam ettim.Yazmak güzeldi ancak bir ömür yazamazdım.Bir yerden sonra herşey gibi o da bitmeliydi.Her şey bittiğinde elime bir balta aldım ve kendi hayatımı baltalamaya başladım.Yaklaşan sonu daha hızlı bir hale getirdim.Hayatı,batışı,kurtuluşu,akrebi,yelkovanı...Dediğim gibi yapmaya çalıştığım şey Tanrı'nın işine yardımcı olmaktı.

Her şey sona ererken,usulca gemiyi terkettim .Bu kez gerçekleşen şey olağanın dışındaydı.Bu kez kaptan en başta terketmişti gemiyi.Yüzerek bütün duygulardan,yaşanmışlıklardan uzak ıssız bir ada buldum kendime.Umudun,terkedilmişliğin,pişmanlığın,aşkın ve yalnızlığın ve kaybetmişliğin olmadığı bir ada.Sahile oturdum ve geminin suya gömülen son parçalarını izledim usulca.

Evet bazı hayatlar mahvolmak için yaratılmıştır....

Karanlık Sokağımın Karanlık Sakinleri  

Posted by Seyir Defteri


Uykusuzluğun,zamanı çok daha yavaş ilerletebilme yetisi ve şişmiş gözaltlarına sahip olabilme ayrıcalığı dışında insana kattığı bir yığın farklı yetenek vardır sevgili okur.Ve bunlardan birisi de bir çok kötü tercih arasından en kötüsünü seçebilme yeteneğidir.Uykusuz geçen saatlerde,birbirinden pek de farklı olmayan bir kaç boktan alternatif arasından,sana göre en temiz görüneni seçmek zorundasındır.Ve işin kötü yanı,hiç bir tercih diğerlerinden daha iyi değildir.İnatla uyumaya çalışmayı seçip,yatağında sürekli dönüp durarak yastığınla sevişebilir ya da baygın gözlerle kelimelerin anlamına ulaşamayacağını ve aynı sayfaları tekrar okumak zorunda kalacağını bildiğin halde o hiç bitmeyecek kitabı okumaya çalışabilirsin.Müzik dinleyip uykuya giden yolu uzatabilir veya televizyon izleyip gözlerin açıkken uyumayı tercih edebilirsin.Ya da bir şeyler yazmaya çalışır,gün doğana kadar saçmalarsın.
Uykusuz geçen bir yığın gecenin ardından uyku ve uykusuzlukla ilgili söylenebilecek fazlasıyla söze sahip oldum sevgili okur ancak şu an üstünde duracağımız asıl konu,uykusuz bir gecede uykuya dair umudun bittiği o en can alıcı anda yapılabilinecek olan son tercih; insanın kendini sokağa atması.
Eğer gece belli bir saatten sonra sokaklardaysan gördüğün hiç bir şey sabahki göründüğü kadar temiz veya saf değildir.Bir şeyler farklıdır.Hissedersin bunu.Karşılaştığın her nesnede görebilirsin o farklılığı.Güneş ışığıyla,sokak lambaları aynı görüntüyü yansıtmaz insana.Güneş ışığı bir çok gerçeği gizler bizlerden.Sadece geceleri farkına varabileceğimiz,gün ışığının parıltısında saklanan bir yığın acı gerçek vardır karanlığın içinde gizlenen.
Romayı yeniden yakmaya yetecek kadar kibritim ve ozon tabakasında dünyadan kaçabilmemi sağlayabilecek büyüklükte bir delik açmama yetecek kadar sigaram vardı ve kesinlikle sarhoş değildim.Gün doğumuna kadar yürüyebilmem için gereken her şeye sahiptim.Saat sabahın dördüydü ve sokakların sessizliği tam da ihtiyaç duyduğum kadardı.Telefon tellerine sinmiş kuşlar,fareler ve var gücüyle bağıran köpekler...Sokaklar onlara aitti bu saatte.Yürümeye devam ettim.
Attığım her adımda biraz daha farklılaştı sokaklar.Sokaklarla birlikte ben,benimle birlikte hayat bambaşka bir hal aldı.Evler, parklar,arabalar,duvarlar ve en önemlisi gecenin insanları çok farklıydı caddenin loş ışığında.Gün ışığında karşılaşamayacağınız tipler vardı o gün o saatte..Kravatsız,takım elbisesiz,işsiz,evsiz,arabasız,ailesiz insanlar..Gün ışığından kaçan insanlar...Mutsuz başlayan bir hikayenin mutsuz sonunu bekleyen insanlar...
Karşılaştığım ilk yol arkadaşım çöp kutusunda kağıt arayan bir 'kimsesizdi'.Kimsesizden kastım kimseye sahip olmaması değil,ona o çöpü kurcalamaktan daha iyi bir alternatif sunacak kimsenin bulunmamasındandır. Kimsesizliğin onun bedenine etiket olmasının sebebi,onu gecenin bu saatinde sokaklara mahkum edenlerin 'kimse' sıfatına layık olmamasındandır.Belki de bir ailesi vardı.Belki de bu kağıtlar geri dönüşümle bir akşam yemeği olacaktı ya da işlenerek kızı veya oğlu için bir gelecek olacaklardı onun umut arıtma fabrikasında..Belki de kağıtları öğütebilecek kadar umudu kalmamıştı.Kağıtların arasından kaldırdı başını ve yüzünde başkalarına ait bir kara leke va başkalarına ait olması gereken bir utançla bir tek sigara istedi benden.Bir tek sigara bu kadar acı için fazlasıyla hafif bir bedeldi halbuki.Yoksulluğunun bedeli bir tek sigaradan çok daha fazlası olmalıydı.Oysa ki o bir tek sigarayla yetinebilecek kadar tatminkar biri olmaya zorlanmıştı,soydaşları bu kadar aç gözlüyken...Sigarayı uzattım ve yaktım.Dönüp konuşmak istedim ama işinin başına geri döndü.Belki de anlatacakları birilerinden nefret etmemi sağlayacaktı.Belki de anlatacakları kendimden tiksindirecekti beni.Haklıydı.Konuşmamamız daha iyiydi.Yürümeye devam ettim.
İkinci yol arkadaşım her halinden Rus olduğu belli olan bir fahişeydi.İçkiden,hayattan veya acıdan olsa gerek,ayakta duramayacak kadar sarhoştu.İnsanların,ihtiyaç duyulan deliğe sahip olan bir 'şey' olarak gördüğü,evinin kilometrelerce uzağında,kimsesiz,sarhoş bir yaşayan ölüydü o.Yüzünde daha önce hiç karşılaşmadığım kadar ürpertici bir korku vardı.Hiç kaybolmayacak gibi duran,yıllardır yüzündeki pırıltılı makyajın arkasında gizlenmiş ve hiç bir zaman saklandığı yerden ayrılmayacak olan bir korku.Nefes alan her canlıya karşı duyulan bir korku....Oysa ki en büyük müşterisi hayat olmuştu her zaman.Korku hayatın ta kendisineydi halbuki.Döndü ve anlamadığım bir kaç cümle kurdu,yarım yamalak.Duraklamadan devam ettim.Ne söylediğini bilmek istemedim.Sormadım bu hale nasıl geldiğini.Rusça bilmiş olsaydım da,o Türkçe bilseydi de,ikimiz ortak bir dili konuşuyor olsak da sormazdım.Anlatacakları duymak istemeyeceğim kadar mide bulandırıcı olacaktı.Konuşmadan,yüzüne bakmadan geçtim yanından.Yürümeye devam ettim.
Sıradaki durağım zil zurna bir sarhoştu.Beyninin her bir hücresi uyuşukluk kurtçukları tarafından kuşatılmış haldeydi.Bacaklarını olabildiğince yana açarak,olabildiğince kararsız adımlarla geliyordu karşımdan.Nereye gitmesi gerektiği umrunda değildi.Nereye ulaşacağı tamamen vücudunun aerodinamiğine bağlıydı.Yalpalayan bacakları ne tarafa götürürse sabah orada uyanacaktı.Ve o bacaklar bana doğru hareket ediyordu.Dengesini sağlayabildiği ilk fırsatta midesinde sakladığı tüm pisliği döktü kaldırıma.Sahip olduğu tek şeyi de kaldırıma bırakır gibiydi.Saldığı toksit etkili pis kokuyu duyabileceğim kadar yakındık birbirimize.İçkinin gücünü en etkili şekilde gösterdiği bir andı her ikimiz için de.Bu kadar içki niçin?Bu denli sarhoş olmayı nasıl becerebildi?Sarhoş olmaya hangi sebeple ihtiyaç duydu?Merak ettim ama sormadım.Sorsam da cevabını alamayacağımı biliyordum.Çünkü ne bana cevap verebilecek fiziksel otoriteyi sağlamasına yetecek bir beyni ne de o beyni yönetebilecek kadar yeterli bir mantığı kalmıştı.İçki her ikisine de sahip olmuştu,her iki yeteneği de almıştı elinden.Olabildiğince çabuk uzaklaştım yanından ve içki meselesi bu diye düşündüm.Eğer berbat bir şeyler yaşamışsan unutmak için içersin,eğer güzel bir şeyler olmuşsa kutlamak için içersin ve hiç bir şey olmamışsa sırf bir şeyler olsun diye içersin.Bir sigara daha yaktım ve yürümeye devam ettim.
Tanrının kaderlerini yazarken bir yerlerde yanlışlık veya dalgınlık yapmış olduğu veya bir şeylerin en başından beri eksik olduğu bir kaç hayat daha çıktı karşıma yol boyunca.Yaşıtları babalarından gelecek son model cep telefonunu beklerken kendilerini uyuşturucu maddenin etkisine bırakmış fazlasıyla küçük,fazlasıyla büyük sokak çocukları...farklı gözlere,farklı makyaja,farklı vücuda ama Rus olanla aynı korkuya,aynı acıya,aynı kadere sahip olan Türk bir fahişe daha,uykusuz gözleriyle canlı cansız gördüğü her nesneye lanet okuyan bir gece bekçisi,çoktan pes etmiş olan sokak serserileri ve daha bir çoğu....
Bir süre sonra güneş sahtekar ışınlarını yansıtmaya başladı şehre.Yine bir şeyleri gizlemek için iş başındaydı.Gün doğumuyla beraber sıradanlaşmaya başladı her şey.Aynı tarzda insanlar dolduruyordu sokakları.Kravatlı,takım elbiseli,iyi konuşan,iyi yaşayan patronunu daha zengin etmek ve birilerinin daha fakir kalmasına katkıda bulunmak için koşuşturan insanlar...Boş bir anlamsızlık kuyusunda amaçsızca çırpınan insanlar...Sadece gün ışığıyla yaşayabileceklerini sanan insanlar...Birbirlerine fazlasıyla benzeyen insanlar...
Çok zordur aslında birini bir diğerinden ayırt edebilmek.Herhangi birine bakınca ne amaç uğruna sokakta bulunduklarını anlayabilirsin.Bu işe gidecek.Buysa okula...Bu da işe gidecek....Bu da...Ve Bu da..Ne tesadüf bu da...Düz bir çizgide devam eden hayatlar...Çok fazla yıpranmışlık bulamazsınız o hayatlarda.Kaybetmişlik yoktur.Tekrar tekrar sıfırdan başlamamışlardır her şeye.Sadece başlarına kötü bir şeyler gelmemesi için yaşayan insanlardır onlar.Hiç bir şey yaşamadan,hiç biri gibi yaşamak isteyen insanlar...Gece insanlarından habersizlerdir onlar. Terkedilmişten,kaybetmişten,umutsuzdan,hergeleden,dişleri dökük,hayatı dökük olandan habersizdirler.Kaçarlar onlardan,yüzleşmek istemezler.O insanlar bu dünyaya ait olmak için fazla kirlidir onlar için.
Bir süre sonra güneş şehre hakim olmayı başarmıştı yine ve yalnızca bir kaç saat önceki tüm o karanlık insanlar kayboldu bir anda.Sihirli bir değneğin dokunuşu gibi...Bütün gece kuşları,hiç bir zaman var olmamış gibi yok oldu.Fahişe,serseri,sarhoş....Hepsi de karanlığa saklanmıştı ve hepsi de güneş ışığından kaçmıştı aslında.Dünya yine yeterince saf bir hal almıştı.Her şey yolundaydı.
Biraz daha yürüdüm ve evimin yolu beni hatırladı.Eve girdim.Odama yöneldim ve sonunda uyku meleğim göstermiş olduğum tüm o dirençten sonra pes etmiş gibiydi.Merhametli kollarını uzatmış olması umuduyla yatağa tekrar girdim.Gece insanları gözlerimin önündeydi hala....
Eğer gece belli bir saatten sonra sokaklardaysan gördüğün hiç bir şey sabahki göründüğü kadar temiz veya saf değildir.
Evet bir insanın gecenin o saatinde evinde bulunmaması için olağandışı bir sebebe sahip olması gerekirdi.Peki benim ne işim vardı sokakta?


John Barleycorn'la Yüzleşmek  

Posted by Seyir Defteri in


now the huntsman, he can't hunt the fox,
nor loudly blow his horn
and the tinker he can't mend his pots
without john barleycorn,
john barleycorn, john barleycorn,
barleycorn, barleycorn
john barleycorn, john barleycorn.
               Yukarıda sözleri yazılı olan bu şarkıya bir kaç ay önce üst üste gelişen bir tesadüfler zinciri sonrası rast gelmiştim.Niye bilmiyorum ama şarkının sözleri dikkatimi çekti.Sonra şarkıyla ilgili ufak bir araştırma yaptım.Meğer bu şarkı çok eski zamanlarda içkiyi lanetlemek için yazılmış bir İngiliz türküsüymüş.Bu John Barleycorn denen şey ise İngilizce argosunda viski,genel olarak da içki için kullanılan hayali bir isimmiş.Mesela;
              -'Nabıyon la'
              +'Oturuyoz John Barleycorn'la sen napıyon?'
gibi.Bu diyalogda John Barleycorn'la oturmak eylemi,içki içmeyi betimlemekteymiş.Bu isim için yıllarca ne şiirler yazılmış,ne kitaplar basılmış,filmler çekilmiş ve yukarıda da görüldüğü gibi türküsü bile tutturulmuş.Hatta diyardan diyara,dilden dile dolaşmış nesillerce.Ben de bu John Barleycorn denilen sıvıyla Ademoğulları arasındaki ilişkiyi irdelemek istedim kendimce....Bu arada yazıda geçen tüm düşünceler sarhoş kafayla düşünülüp ayık kafayla yazılmıştır.Çünkü;içki konusunda hiç bir ayık kafayla bu denli gerçekçi,hiç bir sarhoş kafayla da bu denli samimi olamamıştım...
                Başlamadan önce okurlardan,beni izlerken sevecenliklerini eksik etmemelerini;sevecenlik anlayıştan ibaret olduğuna göre de ,bu anlayışı önce bana,kimin ve neyin hakkında yazıyorsam da ona göstermelerini rica ediyorum.Her şeyden önce içki alışkanlığını uzun zaman içinde pişe işe edinmiş bir içkiciyim.Alkole doğuştan gelen bir eğilim yoktu bende.Aptal değilim ben.Domuz gibi içmem.İçki oyununu bilmem gerektiği kadar bilirim;içki hiç bir zaman aklımı başımdan almamıştır.Hiç bir zaman beni yatağıma başkaları yatırmak zorunda kalmamıştır.Sendelemem de.Kısacası,normal,sıradan bir adamımdır içki konusunda;normal,sıradan adamlar gibi içerim.Asıl üstünde durulması gereken nokta da bu işte.Alkolün normal,sıradan bir adam üstündeki etkilerini yazıyorum ben.Zerre kadar önem taşımayan aşırı içkici dipsomanyak üzerine söylenecek tek sözüm yok.
               Genel konuşulacak olursa,iki tip içkici vardır.Birincisi hepimizin bildiği aptal,hayal evi boş,beyni uyuşukluk kurtçukları tarafından kemirilip körertilmiş olan;bacaklarını alabildiğince yana açarak kararsız adımlarla yürüyen,ikide bir çukura yuvarlanan ve kendinden geçmişliğin doruğunda mavi fareler,pembe filler gören içkicidir.Güldürü sayfalarındaki fıkralara konu kaynağı olan işte bu tiptir.
                Öbür tip içkicinin hayal evi zengidir,ilham sahibidir o.En çakırkeyif zamanında bile doğru dürüst,normal adımlarla yürür,hiç sendelemez,düşmez ve yaptığını,ettiğini bilir.Sarhoş olan onun bedeni değil ,beynidir.Coşup,nükteler döktürebilir,dostluk üzerine uzun uzadıya konuşabilir.Ya da evrensel ve mantıksal olan,tasımlara dönüşen metafizik tayflar,hayaletler görebilir.İşte o bu durumdayken,yaşamın en sağlam yalanlarını örten katı kabukları sıyırıp atar ve ruhunun boynuna vurulmuş zorunluğun derin tasması üzerinde derin derin düşünür.John Barleycorn'un,gücünü en şeytancasına ortaya koyduğu saattir bu.Adamın,bir hendeğin dibine kıvrılı yatması çok kolaydır.Ama adamın,iki bacağı üzerinde sallanmadan,dimdik durup da,bütün evren üzerinde kendisi için sadece bir tane özgürlük,yani öleceği günü beklemek özgürlüğü bulunduğuna karar vermesi korkunç  ve acı veren bir sınavdır.O adam için bu saat,eşyanın anlamına hiç bir zaman varamayacağını anladığı (hemen şimdi daha da sözünü edeceğimiz) beyaz mantık saatidir.O adam için tehlike çanlarının çaldığı saattir bu.Onun ayakları,mezarın yolunu tutmaktadır artık.O adam için her şey apaçıktır.Ölümsüzlüğü arayan bütün o aldatıcı kafa çabaları,ölüm korkusuna kapılmış ve lanet imgeleme gücüyle lanetlenmiş ruhların uğradığı panikten başka bir şey değildir.Onlarda ölüm içgüdüsü yoktur;ölüm vakti gelip çattığında,ölüm isteğinden yoksundur onlar.Kendi kendilerini aldatır,bütün öbür hayvanlar,mezarın karanlığında ya da krematoryumun sıcaklığında kalırken,kendilerinin kuralları altedip,gelecekte bir kez daha yaşamak olanağını kazanabileceklerine inanırlar.Oysa diğer adam,beyaz mantığa kavuştuğu saatte,onların sadece kendi kendilerini aldatıp,kendi kendilerini alt ettiklerini bilir.Hiç ayrım gözetmeden,herkesin başına gelen olayı bilir.Güneşin altında yeni bir şeyin olmadığını,hatta zayı ruhların can attığı o ucuz çocuk oyuncağının,yani ölümsüzlüğün de olmadığını bilir.Ama bilir;iki bacağı üstünde sallanmadan,dimdik durarak bilir.O,kısa bir süre işledikten sonra ilahiyatçılar ve doktorlar tarafından tamir edilmek ve en sonunda çöplüğe atılmak üzere yapılmış,bileşimi et,şarap,şarap köpüğü,güneş tozu ve dünya toprağından meydana gelen,zayı yapılı bir mekanizmadır.
               Pek tabii,bu baştan aşağı bir ruh hastalığıdır.Bu,imgelemi zengin adamın John Barleycorn'la olan dostluğundan dolayı ödemesi gereken cezadır.Aptal adamın ödediği ceza hem daha basit,hem de ödenmesi daha kolay bir cezadır.Aptal adam içer içer ve sarhoş olup kendinden geçer.Afyonlanmış gibi uyur ve eğer düş görürse,gördüğü düş donuk olur,dilsiz olur.Oysa John Barleycorn,imgelemi güçlü adama beyaz mantığın amansız,hayalet biçimindeki tasarılarını yollar.İmgelemi güçlü adam,yaşama ve yaşamın her türlü haline kötümser bir Alman filozofun gözüyle,illetli bir şey gözüyle bakar.O bütün aldatıcı görüntülerin öbür yanını görür.Bütün değerlerin yerlerini değiştirir.İyi kötüdür,kötü iyi,gerçek bir aldatmacadan,yaşam ise bir şakadan ibarettir.Bir zararsız deli gibi yükseklerden bakar ve bir Tanrı keskinliğiyle yaşamı baştan aşağı kötü gözle görür.Kadınlar,çocuklar,eş dost;onun mantığının beyaz ışığı altında hep birer sahtecilik,yalancılık biçiminde meydana çıkarlar.O,onların içini okur,okudukları da hep onların zayıflığı,onların kusurluluğu,onların bozukluğu,onların zavallılığıdır.Onlar artık onu aldatamazlar.Onlar da bütün diğer ademoğulları gibi,kızböceğinin bir saatlik yaşam dansında kanat çırpan mini mini,zavallı bencillerdir.Özgürlükten yoksundur onlar.Onlar talihin kuklalarıdır.Kendisi de öyledir.O bunu algılar.Ancak,arada bir fark vardır.O görür;o bilir.Biricik özgürlüğünün ne olduğunu da bilir;ölümünü bekleyebilmek özgürlüğünü...Yaşamak,sevmek ve sevilmek için yaratılmış bir adama yaramayacak,her şeyi bilir.Ne var ki,buna karşılık John Barleycorn'un zorla biçtiği fiyat,kısa ya da uzun yoldan intihardır.Birden dökülüp boşalmak,yahut yıllarca sızarak tükenmektir.John Barleycorn'la dostluk eden hiç kimse,onun  hakkı olan,ona dönmesi gereken bu ücreti ödemekten kurtulamaz...
             

Peki Ya Umut?  

Posted by Seyir Defteri in

                                                                                                                    

                Ben de yapabilirdim elbet.Kolaydı herkes gibi yaşamak.Yaşıyor gibi yapabilmek kolaydı.Yaşamıyor gibi yapmak çok da fazla zorlamadı beni.Yıllarca ölü taklidi yapmayı becerebilmişken,şimdi bir robot gibi hareket edebilmek benim için çocuk oyuncağıydı.
                   Evimde,kendim için kurduğum,küçük,hareketsiz dünyadan sıyrılıp,daha büyük,daha hareketli,daha kalabalık ama daha yalnız,daha sahte,daha boş,daha hiç bir dünyaya yönelebilirdim.Sahip olduğum dört duvara ihtiyacım olmazdı o zaman.Etten,kemikten,deriden duvarlarım olurdu bir yığın.Adım atmamı engelleyecek kadar fazla duvara sahip olurdum belki.Ya da ben o duvarlara ait olurdum.Böylesi daha kolaydı.Sokaklar,caddeler,alışveriş merkezleri,kafeler istemediğim kadar duvara sahipti nasılsa.Neden sadece dört duvarla yetinmeyi tercih ettim ki?Kanepede bütün gün oturmakla, caddelerde umutsuzca taban tepmek arasında ne fark vardı?
                   Belki dizi izlerdim akşamları.Her gün için izlediğim farklı bir dizi olurdu.Her akşam bambaşka bir adam olabilirdim.Bir gün yengemle yatar,ertesi gün onlarca insanı tek kolumla öldürebilirdim.Kim bilir belki bir gün Dünya'yı uçarak dolaşır ya da öz amcama tecavüz edebilirdim.Ademoğullarının hayal gücü sınırsızdı nasılsa.Her akşam bir başka biriyken,yine o gerçek bene,kendime,yalnızlığıma döneceğimi unuturdum.Kimin umrundaydı ki bu?Televizyon zaten bunun için vardı.Böylesi kesinlikle çok daha kolaydı.Böylesi fazlasıyla kolaydı.
                  Daha az kitap okurdum belki o zaman.Nietzsche'den,Bukowski'den habersiz yaşardım.Böylece daha az hassas bir kulağa sahip olurdum.Onların sözleri benim kulaklarıma ait olmazdı.'Yalan' ve 'hiç' derdim söyledikleri her kelimeye.'Yalan' ve 'hiç' derdim sadece hassas kulaklardan içeri süzülebilecek hakikate.Yalan der ve güler geçerdim.Yalan derdim ve daha az düşünürdüm o zaman.Daha az düşündükçe daha az sigara ve daha az içki içerdim.Ve daha az yazardım,daha az içtikçe.Daha az yazdıkça, daha az içer ve daha az içtikçe daha az düşünürdüm.Kendime kurduğum döngüyü ve yılların çabasını bozardım bu şekilde.Kolaydı böylesi,böylesini yapabilmem mümkündü.
                    Belki bir kaç sahte dost,bir kaç sahte sevgili yapardım kendime.Birlikte basit şeylere sevinir,basit şeylere ağlardık.Gözyaşımızı da kahkahamızı da çok ucuza satardık.Kızının körpe etini,hunharca sunan bir anne  gibi satardık birlikte,tüm kutsal değerlerimizi,fazlasıyla ucuza.Bir dosttan yenilen kazık veya bir sevgiliden gelen terkediş dünyanın sonu olurdu benim için.Herhangi birinden gelen,bir geri dönüşle yine dünyanın en mutlu,en huzurlu, en şanslı,en sahte,en yalancı,en değersiz kişisi olurdum.Kolaydı bunu yapabilmek.Böylesi çocuk oyuncağıydı.
                     Hayatta kalmak için birilerinin kıçını yalamam gerekirdi.Bir başkası da hayatta kalabilmek için benim kıçımı yalayacaktı.Milyonlarca yalanmış kıç,milyonlarca kıç yalayan dil olurdu çevremde.Bir iş kurardım belki kendime.İnsanlara sahip olurdum.Beyaz yakalı,takım elbiseli,önlüklü,üniformalı bir yığın modern köle...Beni daha zengin etmek ve kendilerine sunduğum şansa müteşekkir olabilmek için hayatlarını sunarlardı önüme.Üç kuruş maaş için,bir yığın hayat mahvedebilirdim.Sırf karşımda ezildiklerini görebilmem ve kendi gururumu bir fahişe gibi okşayabilmem için birilerini işten çıkarır ve belki sonra tekrar işe alırdım.Kendi sekreterimle yatar,iş ortağımın kuyusunu kazar ve adına yükselmek dediğim bir amaç uğruna hepsinin üstüne basar ve her gün daha fazla alçalırdım.
                    Kolaydı bunları yapmak,bunlara sahip olmak kolaydı.Yapmaya çalıştığım şeyden çok daha basitti hepsi.Hepsini elde edebilir,hepsini gerçekleştirebilirdim.
                     Peki ya UMUT?

Yalnızlık Üzerine  

Posted by Seyir Defteri in

                                                                        Yalnızlık Üzerine -1-(Bu işte bir yalnızlık var)

                     İngilizce'de yalnızlık sözcüğünün iki farklı anlamını nitelendiren iki farklı kelime bulunmaktadır.Ve bu çekilmez insanların,çekilmez dillerinde gördüğüm ender güzelliklerden biridir bu durum.Birinci anlamdaki yalnızlık yani 'alone' olma durumu,sadece tek başına olma,tek bulunma gibi eylemleri nitelendirir.Duygulardan öte fiziki bir yalnızlığı simgeler bu yalnızlık.Ve kelimenin bu anlamında tek başına oturan bir insanla,o insanın oturduğu sandalyenin masa etrafındaki tek sandalye olması arasında hiç bir fark yoktur.Her ikisi de tamamen fiziki bir yalnızlıktır ve tek bir sandalye veya tek bir insanla yapılacak bir ekleme bu durumu tamamen ortadan kaldırabilir.                      
                     İkinci manadaki yalnızlık ise 'lonely' olma durumudur ve bu durum çok daha derin bir anlama sahiptir.Bu türden bir yalnızlıkta durum fiziksel olmaktan öte ruhsal ve duygusal anlamda bir yalnızlıktır.Bu durum insanın bir masada tek başına oturmasından ziyade,etrafındaki onca insana rağmen yalnız olduğunu hissetmesi ile ilgilidir ve asıl önemli olan insanın bir masada tek başına oturması değil,o masada tek başına oturmasına neden olan etkenlerdir.Ve bizim şu anda ve daha sonra da daha fazla üzerinde duracağımız yalnızlık durumu da tam olarak kelimenin 'lonely' anlamıdır.
                     İkinci anlamdaki yalnızlık durumunda her birimizin en az bir diğeri kadar yalnız olduğu gerçeği su götürmez bir gerçek olarak,tüm ciddiyetiyle karşımızda durmaktadır.Bazen evine kapanan bir şairin yalnızlığıdır bu yalnızlık,bazen bir otel odasında olsa da çalmayacak olan bir telefondan yoksun yaşayan,yaşlı bir adamın yalnızlığıdır.Bazen her gün yüzlerce insanla yüzyüze gelen bir memurun, bazense mezar gibi bir odada,çürümüş cesedinin  bulunacağı günü bekleyen dul  bir kadının yalnızlığıdır.Bazen her yanı eş-dostla çevrili olan bir insanın tek bir kişiye duyduğu özlemdir yalnızlık,bazense evine,anahtarsız,zili çalarak girmeyi düşleyen bir adamın çaresizliğidir.Evet; bazen çaresizliktir yalnızlık,bazense çaresizlikten kurtuluş için seçilen çıkış kapısıdır.Yalnzlık her yolda ve her kapıdadır.Yalnızlık hiç kimse ve herkes içindir.Ve herkes yalnızlığını bir şekilde gizlemeye çalışırken hiç kimse içine hapsettiği ve en sessiz saatlerinde yuvasından kurtulan kendi mavi kuşundan kaçamaz.Hepimiz biraz yalnızız aslında,hepimiz fazlasıyla yalnızız aslında.Ve asıl konu bu kadar fazla yalnızlığa sahipken her birimiz,ondan neden bu denli inat ve korkuyla kaçmamızdır.Neden bu kadar korkulur ki yalnızlıktan?...
                    Hep fazlasıyla dert yanmışken Ademoğulları yalnızlıktan, bazense yalnızlığa ihtiyaç duyar insan.Konuşabilmek için,düşünebilmek için ve hatta yaşayabilmek için yalnızlık lazımdır onlara.En sessiz saatlerinde konuşabilen ve en sessiz saatlerinde duyabilen insanladır onlar.Onlar kalabalıklar içinde sağır,dilsiz ve bütün kutsal düşüncelerden yoksundurlar.Onlar çoğunluğun içinde bir başına ve yalnız kaldıkları zamandan daha terk edilmiş durumdadırlar.Onlar sahip oldukları her varlığa ve hak ettikleri ya da gördükleri tüm değere rağmen,kendilerini her zaman yabanıl ve dışlanmış hissetmekten alıkoyamayacaklardır. Onlar sadece yalnızken her şeyi söyleyebilir ve bütün sebepleri döküp sayabilirler.Hiç bir şey gizli kalmaz ve utanç yoktur orada.Orada her şey çok daha sevimlidir o insan için.Daha çok katlanılabilirdir her şey.Ve yalnızlığa en çok katlanabilen insan,yalnızların en yalnızı ; Nietzsche der ki, ''Ey yalnızlık,ey yurdum yalnızlık...O kadar uzun süre yabanıl yaşadım ki yaban ellerde;gözyaşları içinde sana dönmemek mümkün değil,hadi de ki 'Kimdi o bir zamanlar bir fırtına gibi uzaklaşan benden?Kimdi ayrılırken şöyle seslenen -uzun süre oturdum yalnızlıkta,unuttum susmayı-' '' .Yalnızlık yeterince kötü bir şeydir ama asla en kötü şey olmamıştır.Çünkü; terk edilmişlik başka şeydir,yalnızlık başka...
                  Yalnızlık seçim de olsa ya da tek çıkış yolu da olsa,istense de istenmese de,sevilse de korkulsa da,paylaşılsa veya paylaşılmasa da,ineceğimiz son durak olarak her zaman beklemiştir yolun sonunda ve bizim de ineceğimiz ve hatta içinde bulunduğumuz durak da yalnızlığın ta kendisidir.Yalnızlığın ta kendisidir ansız bir ölüm ya da ansız bir terkediş.Yalnızlığın ta kendisidir ansızın yaşanmış bir hayat.
                  Peki yaşanmış ve yaşanacak her hayat için; bir ihtiyaç,bir zorunluluktan öte,kaderin ta kendisi olarak tüm sonsuzluğu ve ciddiyetiyle gözlerimizin önünde dururken yalnızlık,ondan bu derece korkmak da niye?Gelinen her yol yalnızlıktanken,,her yol oraya varıyorken ve çoğu kez tek başına yürünürken o yollarda,yürümekten ne diye korkar ki insan?Yanızlık insanın kendisine gidiş yoludur.Aşkla gidilir yalnızlığa,yaradılışla gidilir.Yalnızlığa gözyaşıyla gidilir.Ölümle gidilir,umutla gidilir.Ama gidilir.Bir gün veya her gün mutlaka gidilir.
                 Nerden çıktı bu konu,neden bu yazıyı yazdım,neden yalnızlık kelimesini bu kadar çok kullandım diye düşünürken,yanıbaşımda çalan şarkıya ilişti kulaklarım; ''Yalnızlık ömür boyu,ömür boyu yalnızlık''.Demiştim ya 'yalnızlık her yerde'........


                                                                                                                                             
                                                                                                                                                                                     
                                                                               

Bir Uzun Yol Hikayesi  

Posted by Seyir Defteri in

Bir Uzun Yol Hikayesi....

                 Uzun yolları sevmişimdir hep,uzun yolculukları sevmişimdir.Tüm o mide kasılmalarına ve baş dönmelerine rağmen güzeldir,onca şehrin içinden geçip,hiç bir durakta inmemek.Güzeldir , şehirleri,insanları,ağaçları,sokak lamblarını,şehir ışıklarını ve şehir insanlarını geride bırakıp uzaklaşmak.Hiç bir basit olay,uzun yolculuklarda yaşandığı kadar heyecanlı gelmemiştir hiç bir zaman.Hiç bir sigara yolculuk molasında aldığın sigara nefesi kadar tatlı olmamıştır ya da içtiğin hiç bir çay yolculuk molasında  içtiğin kadar rahatlatıcı değildir,içtiğin en lezzetli çay olmasa da ...Kısa anlar ve büyük mutluluklar.Küçültülmüş her şeyde çok daha büyük bir haz vardır.
                 Uzun yollar bir başkasına ayrılık,buluşma,terkediş,gurbet,sıla.....veya her ne anlatmıştır,hatırlatmıştır,yaşatmıştır bilmem ama bana hayatın ta kendisini anlattı hep.
               Gidilen her yol,hayatın kısa bir özetiydi.Geçmişe dönmek imkansız oldu hep,hiç bir otobüs dönmedi geriye.Bir kaç metre sonrası görülmedi yollarda,geleceği görmek imkansızdı zaten.Hep bu gün oldu hayatta ve hep bulunduğun yoldu gördüğün tek yol.Bu gün vardı hep,geçmiş koca bir yalandan gelecekse sadece bir hayalden ibaretti.
              Hiç bir zaman hiç bir yolcu,yol arkadaşlarını taşımadı gittiği şehre.Onlar tek kullanımlık yol arkadaşlarıydı ve hiç bir dostluk sürüklenmedi ebediyete hiç bir zaman.Onlar tek hayatlık dostluklardı.Her türlü dostluk en fazla tek bir hayatlık bir ömre sahipti.
             Verilen her mola,yaşadığın hayatta yaptığın yolculukların biriydi belki de.Şehir yaşamının boş ve anlamsız telaşı içinde,bir an mola verip, düşünmeye zaman ayıramayan bir yığın insan,yolculularda verdi düşünme molalarını.Ve her zaman ihtiyaç duyulmuştur bu ihtiyaç molalarına,ihtiyaç duyulmuştur her zaman yollara.'Yolsuzluk' en büyük problem olmuştur hep.Ve hep bir insanın hayatını yollarda geçirebileceğini düşünmüşümdür.İhtiyaçlar molada giderilecek ve bütün ömür otobüslerin içinde yollarda geçecek.Bir şehirden,diğerine sürekli...Eğer otobüs parasının nasıl çıkarılacağı konusuna çözüm bulabilseydim bu yaşam tarzı mümkün olabilirdi belki de.
             İşte yine bir uzun yolculukta düşünülen ve yazılan tüm bu kelimeler sadece bir mola arzusundan ötürü oluştu.Tüm evler,sokaklar ve tüm insanlar birbirinin aynısıyken,insanoğlu seyahat etmek için hep bir neden buldu.Her zaman bir bahane var oldu  yaşamak ve yer değiştirebilmek için.Şehirlerin,sokakların,insanların hepsi birbirinden tamamen farksızken.,hangi şehirde,hangi sokakta bulunduğunun ne önemi olabilirdi ki.Nerede kiminle olduğun,ne yaptığın ne kadar anlamlı olabilirdi.Seçeneklerin hepsi eşit boktanlıktayken,seçimin kendisinin ne önemi vardı..
             İhtiyaç duyulan tek şey bir 'ihtiyaç molasıydı'.Her gidişte ya da her dönüşte farklı bir kent,farklı bir iş,farklı bir düzen ama aynı insanlar,aynı acılar aynı telaşlar sarmalayacak seni.Ve birileri o yollarda daha iyi kentlerin,daha iyi aşkların,daha iyi talihin, daha iyi bir şeylerin peşinde koşarlarken,görecekleri ve yaşayacakları tek şey farklı isimler ve farklı tabelalar olacak.Hiç bir zaman daha iyisini bulamayacaklar ve vazgeçmeyecekleri tek şey,her zaman daha iyisini aramak olacak.Bir şairin de dediği gibi; 'Yollar bir labirentin duvarlarıdır'. Gittiğin yerler hep aynı olacak,sen ise çıkışı arayıp duracaksın var gücünle.Bulunduğun labirentin içinde her gün daha fazla kaybolacaksın.
            Yollar hakkında yüzlerce güzel insan,yüzlerce güzel  şiir ve yazı yazmışken,okunmuşken,ben daha fazla veya daha iyi ne söyleyebilirim ki.Bu konuda daha fazla konuşmak anlamsız olacaktır ve tam da şu anda yaptığım  yolculuk biterken verdiğim ihtiyaç molasının da sonuna gelmiş bulunmaktayım.Haydi geçmiş olsun....
           

Yazmak Niye???  

Posted by Seyir Defteri in

            Merhaba sevgili okuyan...Bu merhaba ne için?Bu blog sayfasını niye açtım? Neden burada bir şeyler yazıyorum?Veya neden yazıyorum?Neden bu kadar zahmete girdim?...Bunca sorunun cevabını ararken hem kendim için,hem de okuyan - tabii varsa eğer- her hangi biri için böyle bir başlangıcın uygun olacağını düşündüm.Belirsiz aralıklarla arkası gelecek yazıların... Haydi Rast Gele...

           İlgilenmemiştim aslında ne yazdığımla,neden yazdığımla,düşünmemiştim yazmayan başka birinin neden yazmadığını.Umrumda değildi,yazdıklarımı birilerinin okuyup okumaması ya da beğenip beğenmemesi.Belki söylemek istediğim bir şeyler vardı.Belki de bu eskimiş kelimelerle oynamak beni hayata bağlıyordu.Ya da tamamlıyorlardı beni..Nedenler,cevaplar,sorular umrumda değil.Belki de kaderimdir yazmak.Belki de ben kendi kaderimi yazıyorumdur.Her neyse,şimdi bir şeyler yazmam gerek... 
           Kitaplığımı inceledim bir kaç gün önce ve hepsi de bana ait olan bir yığın notla karşılaştım.İyi,kötü,yalın,ucuz,etkileyici,mantıklı,saçma  bir kitaplık dolusu yazı.Çoğunu,ne zaman ve nasıl yazdığımı hatırlamıyorum bile.Bir süre daha inceledikten sonra yaklaşık üç yıldır,nerdeyse her gün bir şeyler yazdığımı farkettim.Bazen uykumu bölüp,bazen uyanınca ,bazen sarhoşken,bazense akşamdan kalmayken...Aklı başında hiç bir insan bu kadar çok yazı yazmaz.Bu kadar yazı insanın aklını başından alır.Neden yazıyoruz ki o zaman.Dünyanın en eğlenceli aktivitesi değil yazı yazmak.Çoğu yazar yazarak para da kazanmadı hatta bir çoğu hayatını harcadı ama hiç biri yazmaktan vazgeçmedi...Peki o zaman,yazmak niye?
           Yeryüzünde nefes alabilen her canlının iki temel varoluş amacı vardır.Yaşamak ve neslinin devamını sağlamak.Neslin devamı konusu seks ile ilişkilendirileceği ve Ademoğullarının seks eylemini adına aşk koydukları  bir olguyla kutsallaştırıp bu son derece temel amacı örtbas etmeyi başardığını ve bu içgüdüsel amacın her gün,her insan,her yazar,her şair tarafından sonsuz kez dillendirildiğini düşünürsek bu amaç yeterince başarılı bir şekilde sağlanmış sayılabilir -ki bu konu hakında daha sonra  konuşacağız- fakat bizim şu an için üstünde durmamız gereken asıl konu yaşamak meselesi.
           En basitinden,en geneline kadar her türlü gözlem,bize yaşamın en önemli iki sıkıntısının geçinebilmek ve can sıkıntısı olduğunu gösterir.Hatta daha ileri gidersek,birinden sıyrılabilme şansını yakaladığımız anda bir diğerine daha çok yaklaştığımız söylenebilir.Ve yaşam bu iki durum arasında gidip geldiğimiz bir salınımdır.Her türlü yoksulluk ve/veya maddi sıkıntı ızdırap üretir.Öte yandan sağlanılan her maddi zenginlik manevi zenginliği beraberinde getirmemiştir.Dolayısıyla her sınıftan,her türlü insan ihityaçlarını tedarik için sürekli bir mücadele içindeyken,aynı zamanda mutluluğunu da bir şekilde sağlamak için biteviye ve çok kere umutsuz bir savaşı sürdürmek zorundadır.
           Ve tüm tarih kaynakları ve insan gözlemleri gösterir ki her türlü savaş,her türlü insanı yorar ve tarifi zor bir acıyla yüzleştirir.Yaşam savaşı bile...Ve yazmak eylemi işte tam olarak da bu durumda devreye girer.Yazmak bu anlamsız acıyı tarif edebilmek içindir.Yaşam boyu insanın her hücresini tahrik eden,her organına sızı veren,her türlü düşünceye ve çılgınlığa zorlayan,yüzlerce duygunun,yüzlerce olayın,yüzlerce anının,gözyaşının,kahkahanın,terk edilişin ve umutsuzluğun tarifi içindir yazmak.Yazmak hayata mola vermektir ve hiç kimseye,hiç bir nedenden ötürü,bir çok şey anlatmaktır.Yazmak hayatı tarif etmektir.
            Bu yüzden vardırlar Nietzsche'ler,Dostoyevski'ler,Kafka'lar,Bukowski'ler,Oğuz Atay'lar,Cemal Süreyya'lar... Onlar ki hayatı en iyi tarif eden rehberlerdir. Yalnızlığı,sevgiyi,sevgisizliği, öfkeyi, nefreti, pişmanlığı, her türlü duyguyu bulabilirsiniz o sayfalarda.Onlar,yaşam oyununun en acımasızını,en uçtakini görerek ve yaşayarak en sert,en keskin,en çarpıcı şekilde dökmüşlerdir kağıtlara.Ve bir çoğu sadece yazmak için almışlardır ellerine kalemi ilk kez.Bir çoğu hiç bir zaman,bu kadar çok kişi tarafından okunacağını hayal etmemiştir.Ve yine bir çoğu o kadar da çok insan tarafından okunmamıştır.Bu yüzdendir ki bir çok yazı, umarsız ve umutsuzca,verilen tüm emekle birlikte bir köşeye atılır,ve yazanından başka kimse tarafından okunmaz.Ve bu yüzdendir ki işte,bu sayfa açılmıştır.
            Yazmak duyguların şekile ve simgelere bürünmüş halidir.Ve anlatamayacağı duyguları simgeler insan kağıtlarda.Yazmak hiç kimse içindir aslında.Tüm o kitaplar,şiirler,günlükler,hikayeler aslında yazar tarafından yazarın sırf kendisi için yazılmıştır.Konuşmaktan,insanlarla yüzyüze gelmekten gram zevk alamayan o insanlar,söyleyemediği,anlatamadığı her türden ruhsal coşkuyu ellerindeki kağıtlar ve kalemlerle dillendirmişlerdir.İşte yazmak sırf bu yüzden vardır.Ve hayatın acımasız oyunu devam ettiği sürece bu oyunun kurallarını bizlere sunacak olan bir yığın yazar,bir yığın şair ve onları okuyan bir yığın insan olacaktır her zaman.Olmalıdır da...Fakat kendi oyununu yazabilmek de en az okumak kadar önemlidir.
             Bu yüzden başladım yazmaya ve bu yüzden yazmaya devam edeceğim.Ve yazılarımın bir kısmını da burada sergileyeceğim.En başında söylediğim gibi umrumda olan tek şey yazmak.Beğenilip,beğenilmemek benim için fazlasıyla önemsiz bir teferruat.Eğer yazdıklarım hala tatmin edebiliyorsa beni,problem yok demektir.