Hayat Paradoksu  

Posted by Seyir Defteri in



Düşün.Yaşadığın hayatın milyonlarca kez tekrar edilmiş ve milyonlarca kez tekrar edilecek bir kısır döngü olduğunu düşün.İçinde bulunduğun kaderin,kederin,hüznün,sevincin,yaşamın ve ölümün sonsuz kez yaşanmış ve sonsuza dek defalarca yaşanacak olduğunu düşün.Sahip olduğun,sahip olmak istediğin her şeyin bir yığın başka insana ait olmuş olduğunu,hayatta kalmana sebep olduğunu sandığın o değerli umudunun,yaşam amacının senden önce sonsuz kez arzulanmış olduğunu,peşinden koştuğun aşkı tanımadığın milyonlarca insanla paylaştığını,yaşadığın her acının,duygunun,düşüncelerinin aslında senin ruhun için var olmadığını,içinden çıkamadığın dipsiz kuyuların ademoğulları tarafından bir çok kez arşınlandığını ve hatta o en kutsal anının bile bir başkasına ait olduğunu düşün.

Şimdi ise senin için yaratılmış olduğuna emin olduğun yüzünün bile aslında sana ait olmadığını düşün.Bir başkasının vücudunda yaşadığını düşün.Onun gözleriyle dünyaya baktığını,onun gülümsemesiyle güldüğünü,onun gözyaşlarıyla ağladığını,onun elleri ve bacaklarıyla hareket ettiğini,onun yeteneklerine sahip olduğunu ve onun kusurlarını sakladığını düşün.Değer verdiğin,nefret ettiğin,övündüğün,utandığın herkesin ve her şeyin aslında senin için yaratılmamış olduğunu düşün.Düşünürken şu anda bile bir başkasının seninle aynı şeyi düşündüğünü düşün.

Sadece hayatın kendisinin değil yaşadığın her bir günün bile bir kısır döngü olduğunu düşün.Her sabah kalkıp,her zamanki takımını ve her zamanki ayakkabını giydiğini ve nefret ettiğin işine,nefret ettiğin patronunun yanına gitmek üzere çıktığını düşün,nefret ettiğin evinden.Ya da her gece sıcak yatağını ve sıcak bir kadının vücudunu bırakıp çalıştığın fabrikada gece bekçiliği yapmak üzere yola koyulduğunu düşün.Uykusuz gözlerle,canlı cansız,gördüğün her nesneye lanet okuduğunu...Veya her sabah kendi dükkanın veya işyerin için gözlerini açtığını,ya da günlerce evden çıkmadığını hatta her gün aynı yollarda,aynı arabanın içinde,aynı direksiyonu tuttuğunu düşün.Öyle ya da böyle yaşadığın dünya defalarca sergilenen bir tiyatro sahnesidir.Ve sen,olağanüstü bir mucize veya felaket yaşamadıkça,her gün aynı oyunu sahnelemeye devam edeceksin.İsteyerek veya istemeyerek...Senden onlarca nesil öncekiler sergiliyordu aynı oyunu ve senden onlarca nesil sonrakiler de yine aynı oyunu sergileyecekler.Dünyanın döngülerden ibaret olduğunu düşün,hayatının döngülerden ibaret olduğunu....Doğdun ve sana verilen rolü oynayacaksın.Biraz para kazanıp,biraz para harcayacaksın,bir kaç kalp kırıp,bir kaç kişiye kırılacaksın.Bir kaç kişiyle sevişeceksin belki.Bir kaç doz gözyaşı ve bir kaç doz mutluluk.Belki biraz düşüneceksin,çoğu zaman küçük,nadiren büyük şeyler üzerine.Ve sonra öleceksin.Ölümünü düşün,değersiz bir et parçası olarak cesedinin çürümek üzere toprağa gömüldüğünü...

Bir şeylerin kırıldığını,parçalandığını hissedeceksin.Sana bu güne kadar güç verdiğini,hayatta kalmana sebep olduğunu sandığın,varoluş amacın,evrendeki en değerli varlık olduğun hissi,zihnini dolduran,yüreğini ısıtan,damarlarında dolaşan bu duygu ruhundan sessizce ayrılacak.Kutsal bildiğin her olgu değerini yavaşça yitirecek.Dünyanın merkezinde olduğun duygusu eksikliğini hissettirmeye başlayacak.Dünya senin etrafında dönmeyecek artık.Artık sen de yeryüzündeki milyarlarca değersiz kar tanesinden birisi olduğunu anlayacaksın.Yaratılmışların en şereflisi olmadığını biliyor olacaksın artık.Değersiz varoluşunun,manasızlığı üzerine düşünülmeyecek kadar manasız olduğunu farkedeceksin.Diğer herkes gibi talihin bir kuklası olduğunu anlayacaksın.Et,kemik ve deriden oluşan zayi yapılı bir mekanizma olduğunu hissedeceksin.Anlamsızlığının üstüne yüklenen,yaşamının ağır bedelini hissedeceksin daha sonra.

Ruhunun kaldıramayacağı kadar ağır olan bu bedeli ödemek istemeyeceksin artık.İnsan soyuna ait olmanın kanıtı olan o bir kaç gülünç yeteneğin bu baskı ortamı,üstüne yüklenen onca sorumluluk,yaşadığın her bir acı,her gün doğan güneş,her gün tekrar eden hüzün,yaşam denen bu baştan üretme makinesi ve düşünebiliyor olmanın bu dayanılmaz sağır edici gürültüsü için fazlasıyla ucuz bir bedel olduğunu hissedeceksin.Hayvanlar aleminden sıyrılmanı sağlayan düşünebilen bir beyin,iki ayak üstünde durabilen bir vücut,rahatça kullanabildiğin parmakların ve omzunun üstünde yarım dönen bir boyun sana fazlasıyla ağır gelmeye başlayacak.Mağlupların küflü kokusu sinecek üstüne.Baştan kaybetmiş olduğun hileli bir oyunun içinde zaman öldürdüğünü farkedeceksin.Ve usulca vazgeçeceksin kendinden.Oynamak istemeyeceksin artık bu oyunu.Sana ait olmayan her şeyden vazgeçeceksin zamanla.Vücudundan,kaderinden, kederinden, hüznünden,gözyaşından, kahkahandan...Varoluşundan vazgeçeceksin.

Ve ölüm düşüncesi kaplayacak vücudunu.İliklerine kadar hissedeceksin ölümü.Modern yaşamın senden gizlediği ölüm fikri bir çember gibi saracak seni.Baktığın her yerde ölümü görmeye başlayacaksın.Amaçsızlığından kurtuluş için bir kapı olarak göreceksin ölümü..Hiç ayrım gözetmeden herkesin başına gelecek olan mutlak sona,güneşin altında veya arkasında yeni bir şeylerin olduğu fikrine ve hatta fani ruhların can attığı o ucuz çocuk oyuncağına,yani sonsuzluğa ihtiyaç duyduğunu düşüneceksin.Değersiz varoluşuna ölümle,sonsuzluk fikriyle değer katmak isteyeceksin.Ve hayat her geçen gün daha çekilmez bir hal alacak senin için.Aniden ya da her geçen gün daha fazla dökülüp vücuttan ayrılmak ruhun için kaçınılmaz bir son olacak.

Düşünme ya da.Hayatta kalma süren sıfıra ininceye ve kalbinin ritmi duruncaya dek düşünme.Hayat düşünmek için bile fazlasıyla manasızdır ve aslında çok fazla düşünmek hiç bir zaman mutluluk getirmemiştir insana.

Kendi Gemimi Batırdım  

Posted by Seyir Defteri in


Son bir kaç yıl içinde yapmaya çalıştığım her işi,sahip olduğum,sahip olmak istediğim herşeyi elime yüzüme bulaştırdığım bir dönem yaşadım.Bırakın tuttuğum dalın elimde kalmasını,tutunduğum her dal tarafından anal yoldan tecavüze uğradığım söylenebilir.Uzun bir süre sadist ilişkiler yaşadık umut beslediğim her dalla.Dallarla uğraşmayı bırakmam gerekecekti bir süre sonra,üstünde bulunduğum ağacı kesmem gerekecekti.Yeni bir ağaç,yeni bir sayfa,yeni bir öykü,yeni bir hayat falan filan....Yeni bir şeyler işte...Yeni bir hikayeye başlamam gerekliydi.Çok uzun zaman önce bitmesi gereken bir öykünün çok uzun zaman önce ölmesi gereken bir kahramanıydım.Ve işin kötüsü, içinde bulunduğum hikaye berbat ötesiydi.Henüz batmamış ama su almaya devam eden bir geminin içindeydim.Gemi elbet batacaktı,çırpınmaksa boşuna...Ve benim önümde ise sadece iki yol bulunuyordu.Kaderime razı olarak geminin batışını sessizce izlemek ya da çılgınca çırpınarak bu işi herkes için daha zor ve daha uzun bir hale sokmak.Bense geminin batışını hızlandırmayı tercih ettim.Eğer batacaksa olabildiğince çabuk olmalıydı bu iş.Yapmaya çalıştığım şey,Tanrı'nın işine yardımcı olmaktı.

Zamanım gelince öleceğimi biliyordum,bunun için acelem yoktu.Ama bu yolculuk yormaya başlamıştı beni.Çok uzun zamandır bol pusulu bir yolda pusulasız seyahat ediyordum.Bu duruma alışmak zor meseleydi,bir süre sonra direncini yitiriyordu insan.Can alıcı nokta da budur zaten.Hiç bir zaman asıl sorun mahvolmuş bir hayat olmamıştır,önemli olan ne kadar uzun sürdüğüdür.Suya düştüğü için değil,sudan çıkamadığı için boğulur insan.Hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler her zaman vardır,kolaydır bunu bulmak.Neyin veya kimin daha önce başımıza geldiğine bakar.Bizler mahvolmaya hep hazır bekleriz.Mahvolmuş hayatlar olağandır,bir bilge için de,bir ahmak için de... Ancak sadece o mahvolmuş hayat bizimki olduğu zaman anlarız;intiharların,ayyaşların,gece kuşlarının,akıl hastalarının; kahvaltı yapmak,dişlerini fırçalamak,tuvalet ihtiyacını gidermek kadar olağan,hayatın bir parçası olduğunu.Farkına varmayız bunun,eğer bir şeyler senin için yolundaysa dünya harikuladedir.

Su almaya başladığımı ilk kez, yaklaşık bir hafta boyunca uykusuz kaldığım dönemde farketmiştim.Yolunda gitmeyen bir şey,bir neden,uykumu kaçıracak bir sebep var olmalıydı ama ben hiç bir cevap bulamamıştım.Eğer hangi sebepten ötürü uykusuz kaldığını bilmiyorsan,uykunu kaçıracak bir çok neden var demektir.Bu durum gemimin sadece tek bir yerden hasar görmediğinin işaretiydi.Beklemeye karar vermiştim. Sorunun çözümünü zamana bırakmıştım.Oysa ki bilmem gereken şey zamanın bir ilaç değil,bir uyuşturucu olduğuydu.Zaman hiç bir yarayı iyileştirmez sadece o yarayı düşünmememiz için zihnimizi oyalar,uğraşacak başka alternetifler sunardı.Bekledim ve hasar büyümeye devam etti.
Gemideki hasarların yerlerini tespit etmeyi denedim bir süre.Sonra lüzumsuz olduğunu farkedip vazgeçtim.Eğer bir kere su almaya başlamışsan arkası mutlaka gelirdi zaten.Kimden,nasıl bir hasar aldığın gereksiz bir ayrıntıydı.Gemi batmalıydı işte,olması gereken buydu.Böyle olmasına karar verilmişti.Seçme hakkımız yoktu.Dünyanın var oluşundan daha önce alınmıştı bu karar.Bir savaşın ortaya çıkışı gibi,bir adamın ölümü gibi,bir yıldızın kayması gibi hatta bir kadının ne zaman bekaretini bozacağı gibi bu geminin batmasına da çok uzun zaman önce karar verilmişti.Taşlar çekilmiş,kurallar uygulanmış,oyun sona ermiş ve hayatımız şekillenmişti.Biz her şeyden habersizken,kaderlerimiz sıramızın geleceği güne kadar dosyalanıp,raflara yerletirilmişti.

Aslında,mutlak son yolculuğun en başında belli etmişti kendini.Hayatımı harcamak isteyeceğim bir amaca sahip olmamıştım hiç bir zaman ya da hayat harcanmak istenecek bir amaç da olamamıştım.Gemi ilerliyordu ama ona bir rota vemeyi hiç bir zaman düşünmemiştim. Yaşıyor olabilmek uzun bir süre yeterli olmuştu benim için.Daha fazlasını sorgulamak istememiştim.Verebileceğim bir sevgim vardı her zaman ama o sevgiyi hakedebilecek pek de fazla insana sahip olduğumu hissedemedim bir türlü.Çok fazla insan tanıdım hep,çok fazla tayfası oldu gemimin ancak çoğunun gemiden ayrılacağı anı sabırsızlıkla bekledim.Sorun bendeydi,insanlığa karşı korkunç bir sevgi beslerken,içlerinden biriyle bir kaç saatten fazla birlikte olmaya katlanamıyordum.İnsanlar özgürlüğümü kısıtlıyor gibiydi.

Arkasına sığınabileceğim kuvvetli bir aile bağım da bulunmadı hiç bir zaman.Ve aslında bu durumdan şikayetçi olduğumu da pek söyleyemem.Çevrendeki insanları seçebilirsin ama aileni seçme şansın yoktur.Doğarsın ve kendini bir babanın gözlerinin içine bakarken ve br annenin kucağında yatarken bulursun.Değiştiremezsiniz artık birbirinizi,birlikte yaşamak zorundasınızdır.Birbirinizi sevseniz de sevmesenizde bir alılşkanlığı sürdürmeniz gerekmektedir.Bense bu alışkanlığı sürdürmeyi pek beceremedim.Sırf spermlerinden üredi diye bir babayı sevmek zorunda mı insan? Ya da aynı anne babadan meydana geldiği için bir kardeşi?

Kabuğunun içinde saklanabileceğim kadar büyük bir inanca da sahip olamadım.Af dilenmek ya da yardım istemek için birilerine ihtiyaç duyar insan.Ve bense her ihtiyaç duyduğumda Tanrı'nın sevilmeyen çocuğu olma ihtimalimi düşündüm.Yaramazlık yapan ve cezalandırılan afacan bir çocuk....

Beynimi uyuşturacağım bir aşk masalını da sahip olmadım hiç.Aşk denen olguya inanamadım bi türlü.İzahı güç aslında,Aşk kötü bir sözcük,birilerine ihtiyaç duyar insan ama bunun adı aşk mı?,emin değilim.Bir kadınla sevişmeden onu gerçekten tanımanın mümkün olmadığı su götürmez bir gerçek.Ne kadar çok sevişirseniz birbirinizi o kadar iyi tanırsanız.Ve eğer sevişmeye devam ediyorsanız bunun adı aşk olabilir.Seksin aşk olduğunu söylemiyorum;nefret falan da olabilir.Fakat bir kez seviştikten sonra işler yolundaysa,diğer şeyler girer devreye.Sevda sözleri,ayrılıklar,romantizm,kavgalar...

Ve tüm bunlar yaşanırken gemim batmaya devam ediyordu.Engel olmaya veya daha uzun bir süre su üstünde kalmaya çalışmak değildi niyetim.Bir süre boyunca öylece izledim etrafımdaki herşeyin batışını.Sıkılmaya başladığım zaman kamarama,yalnızlığıma çekildim ve hiç bir şey düşünmeden sadece içki ve sigara içerek yaşamaya başladım.Sonsuz derecede tekdüze bir hayat....Bu arada dışarıda fırtınalar kopmaya devam ediyordu.Bense saatime takılan asık yüzlü yelkovanı izlemekten alamıyordum kendimi.Uzun süre boyunca herşey böyle devam etti.Yeraltı edebiyatına sarıldım daha sonra.İşsizi,alkoliği,hergeleyi,umarsızı okumaya başladım.kendime benzettiğim insanları,yarası yarama benzeyen insanları...Bambaşka hayatlar vardı o sayfalarda,kolay kolay rastlamayacağınız ya da rastlamak istemeyeceğiniz hayatlar...Ama bir şeyler yapmam gerek diye düşündüm daha sonra.Kendimi kaybedebileceğim bir şeyler...Sigara etkisizdi ve alkolün tüm tesiri bir kaç saat içinde kayboluyordu,yeraltı edebiyatında da okuyabileceğim iyi yazarların sayısı çok azdı ve hiç bir zaman tam olarak istenen şeyi sunmuyorlardı insana ve işin aslı ben de o iyi yazarların iyi yazılarını okuyabilecek kadar sabırlı değildim artık.İstediğim şeyi kendim vermeliydim kendime,başkalarından bir şeyler beklemek mantıksızdı.Ve yazmaya başladım.Yazdım,yazdım,yazdım...Parmaklarım nasır tutana ve beyin hücrelerim uyuşana kadar yazdım,sonra biraz daha yazdım.Sonunda işime yarar bir şey bulmuştum.Sahip olduğum herşey suyun dibne dökülürken ve dışarıda insanlar çığlık çığlığa kaderlerine lanetler yağdırırken ben yazmaya devam ettim.Yazmak güzeldi ancak bir ömür yazamazdım.Bir yerden sonra herşey gibi o da bitmeliydi.Her şey bittiğinde elime bir balta aldım ve kendi hayatımı baltalamaya başladım.Yaklaşan sonu daha hızlı bir hale getirdim.Hayatı,batışı,kurtuluşu,akrebi,yelkovanı...Dediğim gibi yapmaya çalıştığım şey Tanrı'nın işine yardımcı olmaktı.

Her şey sona ererken,usulca gemiyi terkettim .Bu kez gerçekleşen şey olağanın dışındaydı.Bu kez kaptan en başta terketmişti gemiyi.Yüzerek bütün duygulardan,yaşanmışlıklardan uzak ıssız bir ada buldum kendime.Umudun,terkedilmişliğin,pişmanlığın,aşkın ve yalnızlığın ve kaybetmişliğin olmadığı bir ada.Sahile oturdum ve geminin suya gömülen son parçalarını izledim usulca.

Evet bazı hayatlar mahvolmak için yaratılmıştır....